27 Ekim 2009 Salı

KENTLER ANILARIYLA YAŞAR

Asansörden yer döşemesine, merdivendeki çiğdem tanesinden aynadaki su damlasına... Her şeyle tek tek ilgileniyor Nazan Ölçer. Eline kâğıt havluyu alıp aynanın üzerindeki su damlalarını silerken “Biraz titizimdir ben...” diyor. Sadece titiz mi? Disiplinli, otoriter, çalışkan ve mükemmeliyetçi. 2003’te Sakıp Sabancı Müzesi Müdürlüğü’nü üstlendiğinden bu yana yaptıkları, hepimizin malumu. O malum işler için önce çevre diyor Ölçer: “Picasso’nun torununun arkadaşı benim arkadaşım olmasaydı Picasso Sergisi mümkün olmazdı. İlişkiler çok önemli bu işte.” Bu da mesleğe yeni atılanlara bir tavsiye... Şimdi elini Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi’ne attı Ölçer. İlk kez 1969’da gittiği ve adeta vurulduğu Mardin’in müzesini, kızının çeyiz sandığını yerleştirir gibi hazırladı.

Oluyor mu, içinize siniyor mu?

Hiçbir zaman olmaz ki... Hep daha fazlasını arar benim gözlerim. Bir sürü eksik var ama açılışa kadar tamamlanacak. Zaten ekip çok iyi, başka bir ihtimal yok.

Sabancı Vakfı, Mardin Kent Müzesi’ni tamamlamaya karar verdiğinde, kendi kendinize sorduğunuz sorular nelerdi? Ve tabii onların cevapları...

İlk önce binanın bir müze olabilmesi için neler yapabileceğimizi araştırdık. Restorasyon, mimari kurgu, sergi kurgusu el ele gitmeliydi. Elde olan ve ele geçebilecekler üzerinden hareket ettik. Mardinlileri kendi müzelerine katkıda bulunmaya çağırdık. Ortak Mardin kimliğini yakalamamız gerekiyordu. Mükemmel bir binamız vardı ama malzememiz azdı. Bazen elinizde depolardan taşan yüzlerce eser vardır, nereye nasıl yerleştireceğinizi şaşırırsınız. Burada tam tersi oldu. Yüzlerce metrekareyi nasıl dolduracağımız önemli bir soruydu.

Nasıl doldurdunuz?

Eskiye çok ulaşamadığımız için günümüzden yola çıktık. Şu anki kültür üzerinden eskiye doğru gittik. Taş ve bakır ustalarının balmumu canlandırmalarını yaptık. Müze teşhirinin bir sahneleme olduğundan hareketle Sahne Tasarımcısı Metin Deniz’le çalıştık. Çok da iyi yaptık. Eski dibekler, mutfak malzemeleri, altın ve gümüş yapım aletleri bulduk. Mardin’den pek çok kişinin eski Mardin geleneklerini anlattığı bir belgeselden faydalandık. Eksiklerimizi Mardin’de kapı kapı dolaşarak tamamlamaya çalıştık. Şu anda müzede 300’den fazla parça var ve sayı her geçen gün artıyor.

Bir kentin müzesi olması neden çok önemli?

İnsan anılarıyla yaşıyor. Kentler de. Kent biricik olmalı, diğerine benzememeli ve bu durum kentin dokusuna sinmeli. İşin çıkış noktası bu. İnsanlara yaşadıkları yerin biraz öncesini anlatmak çok önemli. Farkındalık ve aitlik hissi oluşturmak...

Kent Müzesi kavramı dünyada nasıl gelişti?

Fransız İhtilal’i sonrası ortaya çıkan; halk kültürlerine eğilmek, dil ve geleneklerin kökenine inmek gibi eğilimlerle başladı her şey. Avrupa’nın pek çok yerinde halk kültürü müzeleri peş peşe açıldı.

Peki Türkiye’de?

Bizde bu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında başladı. Karanlıkta ve el yordamıyla… ‘İşin özü Anadolu’dur’ deyip Anadolu’daki kültürlere yönelmek Cumhuriyet’in felsefesine de uygundu. Yalnız ne yazık ki başarıyla süren saha çalışmalarının devamı gelmedi. Toplanan malzeme korunamadı. Bu yüzden Türkiye’de kent müzesi araştırmaları biraz geç başladı. Her şey kaybolup gittikten sonra… Mardin şanslı. Bir kere MAREV (İstanbul’daki Mardinliler Vakfı) müthiş bir hemşerilik bilinciyle hareket ediyor.

Kent müzesinin olmazsa olmazları neler?

Kent müzeleri, halk kültürünü yansıtmak zorunda. Tarım, ev yaşamı, yemek kültürü, yerel mimari, mutfak kültürü... Gümüş, maden ve taş işçiliği… Eksik kalan, arkeoloji ile günümüz arasındaki zaman. Yani yakın tarih. Yüz seneden geriye giderseniz o bir biçimde sanat tarihinin alanına girer. Eksik halka yakın tarih ve o da unutulmaya en müsait olanı. Kent müzesi mutlaka yakın tarih belleğini yakalamalı.

Bir müze nasıl kurulmaz?

Bu işin olmazsa olmazı koleksiyondur. Müze gereksinimini koleksiyon meydana getirir. Önce malzemeniz olacak, sonra ona uygun bir mekân arayışına gireceksiniz. Ama bizde tersinden işler süreç. Önce bina yapılır, sonra içi doldurulmaya çalışılır. Öyle şey olmaz. Kesinlikle olmaz.

Genelde eldeki binalar kullanılıyor…

O bile değil. Öyle şeyler yapılıyor ki… Ortada ne bir koleksiyon, ne de müze talebinde bulunan bir toplum var. Sadece müze sahibi olmanın getirdiği prestij söz konusu. O prestij düşünülerek, özellikle Yakın Doğu Ülkeleri’nde tanınmış mimarlara büyük paralarla binalar yaptırılıyor. Boş boş binalar. Ondan sonra da o binaları doldurmaya çalışıyorlar.

En tehlikeli tarafı ne?

İşin en tehlikeli tarafı, bunu bir business, bir iş olarak görmek. Paranın olduğu ama müze talebinin olmadığı ve müze gerektirecek malzemenin bulunmadığı ülkeler için tehlikeli girişimler bunlar. Belki çok güzel yapılar çıkıyor ortaya ama içleri boş oluyor. Talep, merak ve malzeme yoksa muhteviyat eksik kalıyor. Talep eden bir cemaat olmalı. Yoksa kendi kendinize müze kurar, eserlere tek başınıza bakarsınız.

Peki; kentin bir müzeyi dolduracak kültürel geçmişi varsa ama malzemesi eksikse; Mardin’deki gibi…

Mardin’in bir müzeyi dolduracak kültürel geçmişi var; hatta fazlası var, eksiği yok. Onun için buradayız zaten.


Hüsnü Paçacıoğlu (Sabancı Vakfı Genel Müdürü)

Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi’nin inşaat, restorasyon ve tefrişi için Sabancı Vakfı tarafından bugüne kadar yapılan harcamaların toplamı 7 milyon TL’ye ulaştı. Tabii burada unutulmaması gereken ve en az bina kadar önemli olan, müzenin uygun bilgi ve objelerle donatılmasıdır. Mardin Valiliği, MAREV (İstanbul’daki Mardinliler Vakfı) ve Mardinlilerin bu konuda gösterdikleri ilgi ve katkı ilerisi için büyük umut vermektedir.


Hasan Duruer (Mardin Valisi)

Mardin’e kimliğini geri kazandırmak istiyoruz. Hedef 2023’te Unesco’nun tarihi kentler listesine girmek ve Avrupa Kültür Başkenti olmak... Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi bizim için ayrıca önemli. Müzenin çevresini pilot bölge ilan edip orada ciddi bir altyapı çalışması yaptık. Tüm tesisatları yenileyip direkleri yeraltına aldık. Önümüzdeki günlerde Valilik makamı müzenin karşısındaki Vali Konağı’na taşınıyor. Eski Şehir’deki betonarme binaları tek tek yıkıyoruz. Heykeltıraş Rodin gibi fazlalıkları atıyoruz; şehrin güzelliği ortaya çıkıyor. Önce yaşadığımız yer, sonra yaşadıklarımız değişiyor.

Dilek Sabancı Sanat Galerisi

Müzenin alt katındaki Dilek Sabancı Sanat Galerisi, önümüzdeki bir yıl süresince ‘Doğa İnsan ve Deniz’ başlıklı sergiyi ağırlıyor. Sabancı koleksiyonundan gelen eserler arasında Bedri Rahmi’den Devrim Erbil’e, Mehmet Güleryüz’den Ömer Uluç’a, Abidin Dino’dan Selma Gürbüz’e pek çok önemli ismin tablosu yer alıyor.


JÜLİDE KARAHAN

SKYLIFE/ EKİM 2009

.........

Hiç yorum yok: