19 Temmuz 2011 Salı

İçinde süt kaynayan masa

Genç sanatçı Deniz Gül, burjuvaziye ithaf ettiği '5 Kişilik Bufet' isimli metnini/şiirini İstiklal Caddesi'ndeki Arter'de görselleştirdi. Metinle aynı ismi taşıyan sergide; vitrin, gardırop, kasa, tabut ve odalaştırılmış bir kapının yanı sıra ortasında süt kaynayan bir masa var. Süt, tıpkı içimiz gibi ağır ağır kaynayarak kapkalın bir kaymak tutuyor.

Bundan iki sene önce Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve İran'ı kapsayan bir seyahate çıkan Deniz Gül; kafasının içinde taklalar atan ses ve sözcükleri yazmaya koyulur dönüşte. Farkında olmadan oluşan bir dilsel hafızadan kalan kırık dökük kelimelere yenileri eklenir ülkede. Sokak sesleri, televizyon sesleri, gazete sesleri, türlü çeşit gürültü... Hepimizin kafasının içinde zikzaklar çizmiyor mu uğul uğul bir sürü; yazmış onları Gül, öylesine ve iki sene müddetince. Soranlara "şiir galiba" diyormuş. Sonra bir an gelmiş dönüp hepsine birden bakmış, bir şey mi anlatmak istemişim acaba diye. Ama yok; amaçsızca anlatmış sadece, içi çırpım çırpım bir halde.

Bu azıcık deli, çokça manasız metin; dışarıdaki gürültüyle içerideki savaşı birleştirmiş bir yerde. Kimliklerarası bir iktidar mücadelesinin rap rap sesleriyle birlikte konuşmuş bir de: "Sahne lazım bu şiire. Mekân bul bize." Bir içmiş metin ve bir dış, bir kabuk, bir ev arayışındaymış; ruhunu koyacak bir yer... Mobilyacı bir ailenin kızı Deniz için bundan kolay ne var? Başlamış mobilyalar üretmeye. O noktada İstiklal Caddesi'ndeki Arter girmiş devreye. Yeni üretimleri destekleme ve sanatçı projelerini hayata geçirme fonundan çıkan 'okey'le birlikte burjuvaziye ithaf edilmiş '5 Kişilik Bufet' isimli metin, aynı isimli bir sergiye dönüşmüş.

DİLSEL HAFIZANIN MEKÂNSAL KARŞILIĞI

Arter'in 3. katında gül kaplama 5 mobilyada bedenleşen '5 Kişilik Bufet', Deniz'in dilsel hafızasının mekânsal karşılığı bir yerde. Sırtları kapıya, yüzleri pencerelere dönük mobilyalar arasında vitrin, gardırop, odalaştırılmış bir kapı, kasa ve tabut var. Hepsinin kapısı aralık. Küratör Emre Baykal, Gaston Bachelard'ın 'Uzamın Poetikası'ndaki teşhisini hatırlatıyor bu noktada: "... Kapadığımız ve açtığımız tüm kapıların, yeniden açmak istediğimiz tüm kapıların öyküsünü anlatacak olsak, tüm yaşamımızı anlatmış oluruz." "Ev bizim ilk evrenimizdir." diyor ve ekliyor aynı kitapta Bachelard: "İnsan da tıpkı kapı gibi aralık duran bir varlık."

İzleyiciye içlerini açan, içlerine girenler için de kabuk olan mobilyalar bir iktidar savaşında aslında. Kasanın içindeki kemer ve şiş, odalaşmış kapının iki frekanslı radyosunda çalan Cemal Reşit Rey'in çok sesli 'Urfalı' bestesi ve sala, gardıroptaki ip atlama düzeninde oyunla ceza... Hep bir mücadelenin ortasında. Alamet-i farikası kendini başkalarına göstermek olan vitrinin içindekilerse pencere camlarında. 80'li yıllarda evlerin vitrinlerinin baş tacı sayılan kristal kül tablaları, şekerlikler ve bardak takımları Arter'in pencerelerine taşınmış hep, cam niyetine.

MASA BAŞINDA İÇİMİZ KAYNAR

Bu 5 mobilyaya sıra dışı bir masa eşlik ediyor. Ortasında yusyuvarlak bir havuz, içinde sürekli kaynayan süt... Kaynadıkça kirleniyor, beyazlığını yitiriyor, çözülüp bozuluyor. "Masada buluşulsun istedim." diyen Gül'e göre masa başındayken sürekli kaynar içimiz. Birbirimizi de kendimizi de yeriz. Öte yandan büyüyünce sürekli bir kaynama sesi olsun isteriz evde. Su olur, çay olur, süt olur... Çocukluğun 'anne evde' güvenini verir bu bize. Sımsıkı kapalı kapı arkasında çalışmaya devam eden televizyon da öyle. Buzlu camdan anlaşılıyor ki içeride birileri var ve televizyon izliyorlar; güvendeyiz. Son kertede "İçe dönmek gerek... Ciddi anlamda dışa teşhir olmuş hepimizin hayatları ve özellikle belki de bizim kuşağın hayatı. Her şeyin meydana saçıldığı bir dönemdeyiz." diyor Gül. Sergiyi görmek ve bir şekilde içe dönmek için son tarih 21 Ağustos.

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN KÜLTÜR / 12.07.2011

Hiç yorum yok: