25 Eylül 2011 Pazar

SANAT/HAYAT: Bienal bizimle baş başa kaldı

Türkiye ve uluslararası sanat çevreleri 12. İstanbul Bienali'ni saatlerce, hatta günlerce gezdi. Herkes bir şeyler yazdı, çizdi, yorumladı. Ama daha tartışmalar başlamadı. O fasıl da başlayacak ve bitecek yakında. Sonra? Bienal bizimle, yani izleyiciyle baş başa kaldığında... O zaman neler olacak?

12. İstanbul Bienali kapılarını açalı neredeyse 10 gün oldu. Resepsiyondu, özel davetti, rehberli turdu, konuk ağırlamaydı... Hepsi bitti. Uluslararası sanat çevrelerinden çok önemli isimlerin de içinde bulunduğu 4.000'e yakın konuk -bu sayı hiç değişmiyor- evine barkına döndü. Bir miktar yazıp çizecekler şimdi. Biz de onların övgü dolu olanlarını seçerek çevirecek ve yayınlayacağız. Ama sonuçta taa 13 Kasım'a kadar kaldık mı baş başa! Ya bu kadar afişi boşuna asmadılar diyerek, ya gazetelerde dergilerde görüp hakikaten merak ederek ya da öğrencilere nasılsa bedava mantığıyla... Yeri de nasılsa kolayda; Tophane Antrepo No 3 ve 5. gideceğiz bienale.

Bir 10 gün sonra ne herhangi bir isim, ne küratörler -istenilen de tam bu- ama aynı zamanda- ne Felix Gonzales Torres ne Ross hatırlanacak. Orada herkes kendi kişisel tarihinin yönlendirdiği ölçü ve şekilde; gördükleri, duydukları ve hissettikleriyle baş başa kalacak. 500'e yakın yapıttan kaçı; bize, genel olarak bize dokunacak?

Nispeten içeriden, bienal rehberlerinden Senem'e "Onu; bunu; ezberlediklerini bırak. Sen ne düşünüyorsun? Neyi sevdin?" diyoruz. Cevabı tek. Adrian Esparza'nın geleneksel bir Meksika örtüsü olan Serape'yi sökerek duvara yaptığı soyut ve geometrik çalışmayı sevmiş en çok. Renkler parlak, desenler simetrik; resimdeki Konstantinopolis'in Panoraması.

Bir öğretim görevlisi, Fatih ismi, Bienal El Kitabı'ndaki giriş yazısının ilk cümlesini gösteriyor: "12. İstanbul Bienali sanatla siyaset arasındaki zengin ilişkiyi araştırıyor ve hem biçimsel bakımdan yenilikçi hem de siyasi anlamda sözünü esirgemeyen yapıtlara odaklanıyor." "Son üç bienalde de aynı cümle hanımefendi..." diyor ve ekliyor Fatih Bey: "Sanat siyaset ilişkisi, sanat siyaset ilişkisi... Tutturmuşlar. İçeride ne olursa olsun... Bi bırakın! Birazdan da İstanbul'la ilişkilendirmekten bahsedecekler. Durun bi dakika, bulayım... Hah işte..."

Bir başkası, Gözde ismi, öğrenci; onun tüylerini diken diken eden -belki de fotoğrafla ilgilendiğinden - Yıldız Moran Arun'un gün görmemiş 16 fotoğrafı. Daha doğrusu 16 ayrı Anadolu hikâyesi... Toprak bir ev önü, dar sokaklardan geçen neşeli bir at arabası, -üzerinde o akşam gösterilecek filmlerin afişleri: Kumarbaz ve Leyla ile Mecnun- sattığı sepet kulelerinin gölgesinde kahvesini yudumlayan adam, sırtına binecek birini bekleyen deve, çölde oynaşan iki keçi...

Moran'ı hatırlattığı için küratörlere teşekkür ediyor Gözde. Bu vesileyle biz de hatırlayalım: Yıldız Moran, ilk eğitimli kadın fotoğrafçımız. 1932 İstanbul doğumlu. İngiltere'de fotoğraf eğitimi aldıktan sonra İtalya, İspanya, Avusturya, Fransa, Monaco ve Yunanistan'a fotoğraf çekmek için gidip ilk kişisel sergisini 21 yaşındayken İngiltere'de açmış. O sergide, daha ilk günden tüm yapıtlarını sattığı halde İstanbul'a dönüşünde tam 2 yıl tek bir fotoğrafı bile alıcı bulmayınca onları yılbaşı kartı yapmaya karar vermiş ve tam o noktada bütün hayatı değişmiş. Ses Dergisi'nin 25. sayısında (1983) anlattığı üzere: "İş konuşmak için Özdemir Asaf'ın matbaasına gittim. Tarihini de verebilirim: 4 Kasım 1954, saat 11.00. Kelimelerle dile getirmek zor. Duygulu, kibar, hiç görülmemiş ve bir daha göremeyeceğim bir insandı. Pırıl pırıl bir zekâ, renkli, yepyeni, bambaşka bir dünyaydı o. Olağanüstü bir insandı kısacası..."

Şair Özdemir Asaf ile 30 yaşındayken evlenen ve anne olduktan sonra sanatına bir daha hiç geri dönmeyen Moran'ın fotoğrafçılık serüveni sadece 12 yıl sürebilmiş. 1950 ile 1962 yılları arasında... Şimdi, Özdemir Asaf'la Aşiyan'da dip dibe. Bir de şiir yanlarında: "Sevgi ise, sevişeceğiz seninle/Kavga ise, dövüşeceğiz seninle/Ölümü de paylaştığımız yaşamda/Ortaklaşa bölüşeceğiz seninle." (İkilem, Özdemir Asaf)

***

Sanatçıların yastık altı

Herkes yastığının altında bir şey saklar. Sanatçılar dâhil. Ama onlarınki, her şeyleri gibi, biraz farklı. Onlar; bazen kendilerine yabancılaştıkları, bazen yakıştıramadıkları, bazen de günün birinde lazım olur, değerlendiririm diyerek; resim, heykel, video ve fotoğraf saklarlar. Arte İstanbul Sanat Merkezi, çalıştığı sanatçılardan o sakladıklarını istemiş. Onlar da sağ olsunlar, o gün galiba bugün diyerek yastık altında tuttukları eserleri getirmişler. Aralarında; Ergin İnan, Mehmet Aksoy, Mustafa Horasan, Yunus Tonkuş, Tuğrul Selçuk, Özdemir Altan, Temür Köran, İrfan Önürmen, Komet, Altan Çelem, Gül Ilgaz, Nazan Azeri, Alp Tamer Ulukılıç, Burcu Perçin ve Antonio Cosantino da var. Sanatçıların yastık altından çıkardıkları, 4 Ekim - 12 Kasım tarihleri arasında Kumbaracı Yokuşu'ndaki Arte İstanbul'da.

Cins, Wide ve Canavar

Bomonti: Sakin, huzurlu ve biraz yaşlı. Şişli'de olsa da karmaşadan uzakta; hem de bir adımda. Ama renklenecek yakında. Çünkü Buenos Aires'in ilk sokak sanatçılarından Arjantinli Chu, Avrupa'nın sayılı grafiticilerinden Rusl Lovesletters ve Türkiye'den Cins, Wide ve Canavar; Sıracevizler Sokağı'nın hemen arkasındaki Tekfen Bomonti Apartmanları'nı boyamaya hazırlanıyor. 8 ve 10 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek üç gün üç gecelik boyama etkinliğine sokak müzisyenleri de dâhil olunca... Hadi bakalım şenliğe.

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN PAZAR / 25.09.11

Hiç yorum yok: