19 Eylül 2011 Pazartesi

Mutlu insanları ağırlayan evler

Büyük ve kalabalık sergilerde ziyaretçi, kendi küçük kişisel tarihinin yönlendirmesine maruz kalır. Kişisel tarih ne derse o olur; onun seçtiği eserin başında dakikalarca dönüp durulur. İstanbul Modern'deki 'Hayal ve Hakikat' tam böyle bir sergi. Büyük, kalabalık ve çok zamanlı. 1900'lerin başından bugüne uzanan ve resimden videoya çeşitli sanatlara yer veren sergide 74 Türk kadın sanatçı var.

Kim bilir kim anlatmıştı: Eskiden 600 sene filan yaşanıyormuş. Lokman Hekim demiş ki bir gün annesine: "Öyle zamanlar gelecek, 60-70 yılcık yaşayabilecek insanlık." Annesinin ilk sorusu: "Onlar da ev yapacaklar mı?" Elbette yaptık. Çünkü Gaston Bachelard'ın dediği gibi, "Ev bizim ilk evrenimiz."

İlk kadın seramik sanatçılarımızdan Füreya Koral (1910-1997), Paris'te sergi açıp epey takdir görmesine rağmen İstanbul'a, evine dönmek istediğinde oradaki bir eleştirmen dostuna ne güzel anlatmış bunu: "Sapsız üzüm gibi ortada kalmaktan bıktım. Kendi yerime, kendi toprağıma ait olmak istiyorum." Öyle de yapmış. Harbiye'deki Şakir Paşa Apartmanı'nın giriş katında, iki bölmeli minicik dairesinde, uçmasalar bile özgürlük hissi veren kuşlarla her an kayıp gidiverecek balıklar üretmiş. Yıllarca. Ama kendisi 70'lere, yıllar 80'lere geldiğinde, birdenbire, kuşlardan sıkıldığından belki de, kuş evleri inşa etmeyi denemiş. Sergisini annesiyle gezen küçük bir çocuk "Aaa evlerin içine kuşlar girmiş..." deyince de içinde şimşek çakmış.

Başlamış: Uçuş uçuş perdeli, penceresi saksılı, bazılayın içine kuşların girdiği, ekseriye mutlu insanları ağırlayan minicik evler yapmaya... Ayşe Kulin, Füreya isimli romanında şöyle anlatmış durumu: "Evler, odalarında yaşayan insanlarıyla her zaman ilgisini çekmişti onun. Kentlerde olsun, köylerde olsun, ne zaman ışıklı bir pencerenin önünden geçse, hep başını uzatıp içeri bakmak geçerdi gönlünden. Acaba insanlar nasıl yaşarlardı evlerinde? ... Ürküten yüksek beton binalarda değil de; nedense tek veya iki katlı küçük evlerde, samimi mahallelerde yaşayan mutlu insanların ev halini merak ederdi. Her evin bir gizemi vardı onu çeken. Her kapının ardında bir öykü, bir roman... Önce kapıları yapmış, araladığı kapılardan yürüyerek evlerin içine girmişti Füreya. O evler ki damlarına kuşlar tünemişti, bacalarında duman tütmüştü, hep açıktı pencereleri, güneş ve hava dolsun diye odalarına, sofalarına... Rüya şehir İstanbul'da yitip gitmekte olan, o görmüş geçirmiş, zamanın boyasıyla kararmış, yaşlı, çok yaşlı evler. Sona ermekte olduğunu sezip de, dondurmak ister gibi o rüyayı, birbirlerine dostça yaslanmış evleriyle mahalleler..."

O mahallelerden biri, geçtiğimiz günlerde İstanbul Modern'de açılan 'Hayal ve Hakikat' sergisinin konuğu. 38 seramik, minik ve çatısız ev. Kapıları ekseriye aralık, pencereleri genelde açık. Kiminin üzerine başka bir küçük ev tünemiş, kiminin üzerine iki kedi yerleşmiş. Birinin penceresi güneş gibi, ötekinin duvarlarında ağaç desenleri; birinin üstünde üç baca, ötekinin tavanarası penceresinde bir kuş. Sıkışmış galiba. Birinin baklava desenli perdesi uçuş uçuş, içerisi ayan beyan; ötekinin kapısı sımsıkı.

Serginin tek misafiri Füreya değil. Adları unutulmaya yüz tutan öncü kadın sanatçılarımızdan yeniden keşfedilen modern ve artık kanıksadığımız çağdaş isimlere 74 sanatçı söz konusu.

Mihri Müşfik'in bir dostunu resmettiği 'Portre'si, Aliye Berger'in 'Güneşin Doğuşu' isimli ünlü tablosu ve İnci Eviner'in sesiyle salonun bir kısmını çın çın çınlatan 'Kızlar Avrupa'da isimli videosu; elimizdeki kişisel tarihin mimledikleri. Çın çın ses tüm kadın sanatçılarımızın sözcüsü olsun: "Bir sır verdi Rilke ölmeden önce / Sana bıraktı bu sırrı dinle / Eğer seni bu yeryüzü unutursa / De ki sessiz duran toprağa / Ben akıyorum / Hızla akan suya da / Ben varım / Ben varım..."

***

İlk Türk kadın romancı Fatma Aliye

Sanatçıların hayal ve hakikat ile kurdukları ilişkinin ve hayallerini hakikate nasıl dönüştürdüklerinin izini süren sergi, adını ilk Türk kadın romancı Fatma Aliye'nin Ahmet Mithat ile birlikte kaleme aldığı 1891 tarihli 'Hayal ve Hakikat' romanından alıyor. Bir aşk romanı olarak dönemin pek çok simgesel özelliğini bünyesinde barındıran iki bölümlü kitabın hayal olarak adlandırılan kısmını Fatma Aliye, hakikate vurgu yapan kısmını ise Ahmet Mithat yazmış.

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN KÜLTÜR / 19.09.11

Hiç yorum yok: