24 Mayıs 2012 Perşembe

Onaylamadığım tek bir resmim yoktur benim

 
Türk resminin usta isimlerinden Burhan Doğançay'ın Türkiye'deki en kapsamlı sergisi 'Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi' dün itibarıyla ziyarete açıldı. Doğançay'ın 120 yapıtının yer aldığı sergi 23 Eylül'e kadar açık kalacak.
 
Önceki gün gerçekleşen basın toplantısında "Bir ressamın 50 senesini içine alan bir sergi bu; kolay değil. Her bir resim, başında bir kuryeyle geldi İstanbul'a; üstelik de business class uçuşuyla. Bu da bir ilk." diyen Burhan Doğançay'a göre sergi bir üçgen: "Benim eserlerim olmasa bu sergi olmazdı, İstanbul Modern olmasa olmazdı, Yıldız Holding olmasa yine olmazdı. Hepsi bir araya geldi. Cuk oturdu." Serginin küratörlüğünü yapan Levent Çalıkoğlu'na göre ise sergi bir dönüm noktası: "Bu çapta bir Türk sanatçının eserlerini yurtdışındaki müzelerden talep etmek bizim için gurur vericiydi. Bir seviye daha atlamak demekti, yüzlerce sayfa sözleşme okuduk." Dahasını basın toplantısından sonra Doğançay'la konuştuk. 
 
Sergide yıllardır görmediğiniz eserler de var. Onlarla karşılaşınca 'aaa evet, şöyleydi, böyleydi' gibi hatırlamalar oluyor mu?
 
1964 senesinde yaptığım, 1967'de müzeye giren ve o zamandan beri görmediğim bir eser var sergide. Ama öyle bir hatırlama olmadı. Gördüğüm zaman düşündüğüm şu: Güzel bir resim, mükemmel. Müze bunu alırken çok akıllılık etmiş. Zaten iyi olmasa imha etmiş olurdum. Onaylamadığım tek bir resmim yoktur benim.

1963'te... Belki de daha önce başlıyor duvarlar serüveni. Bu kadar ilerleyip sizinle özdeşleşeceği o ilk günlerde aklınıza gelmiş miydi?
 
Sonu olmadığını biliyordum. 50 yıldır duvarlarla çalışıyorum. Bir 50 yıl daha olsa yine çalışırım. Duvar çünkü o kadar geniş ve değişken ki... Gerçi şehir duvarları çok değişti. Gençlere bakıyorum. Hepsinin sevgilisi, bilgisayarı, telefonu, hatta arabası var. Duvarlarla ilgilenmiyorlar. Biz yürürdük her yere; kızınca, öfkelenince, üzülünce duvarlara yazardık içimizdekini. 70'lerde Beyazıt'ın duvarlarında bir cm boş yer yoktu. Bütün duvarlar silme yazıydı: Yaşasın bilmem ne, kahrolsun bilmem ne... Artık kimse duvara yazmıyor. Onun yerine bilgisayara yazıyor, mesaj yolluyor.

Yani... Duvarlar artık toplumsal bilinçaltını temsil etmiyor mu?
 
Olay görmekle ilgili. Bazısı duvara bakar geçer, bir şey görmez. Ben görüyorum. Çok inceliyor ve bir sürü şey çıkarıyorum. İnsan hayalinin sınırsızlığını görüyorum bir kere...

Ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal süreçleri hakkında hikâyeler anlatıyor mu duvarlar? 

Hikâyeler anlatmıyor, bilgi veriyor, ne olduğunu söylüyor. Her şey duvara yansıyor. Orada yaşayanların ekonomik, sosyal, politik görüşlerini ortaya koyuyor.

Duvarların penceresinden ülkemize bakınca... Politik süreçlerle bağlantı kurabiliyor musunuz? Hatta gelecek öngörüsünde bulunabiliyor musunuz?
 
Kim nelerden memnun, nelerden rahatsız; neler istiyor, neler istemiyor.. Hepsi var. Ama öngörü değil tabii ki. Onun için politikayı ayrıca takip lazım. Ben fazla takip etmiyorum ama bazı şeyleri anlıyorum. Mesela 21. yüzyılda terörizm artacak, mülteciler sorunu büyüyecek. Afrika ve Afganistan'dan ölümü göze alarak göç ediyor insanlar.

Tüm bunlar dost sohbetlerinize nasıl yansıyor? 
 
İnşallah anayasa iyi olur. Türkiye'nin çok problemi var. Ama yeni değil ki... Hep vardı. İnşallah azalacak. Bunun için memleketteki insanların birbirini sevmesi lazım. Kardeşini, karısını, çocuğunu öldürüyor. İnsanların tek tek birbirine karşı yumuşaması lazım. Kutuplaşmaya varana kadar çok şey var. Birbirini sevmek diyorum, tam manasıyla... Ama'sız konuşmak mesela. Ama kelimesi olmadan konuşamaz olduk. Nasıl insandı? Çok iyidir ama... Ama'sız konuşmayı başardığımızda çok şey başaracağız.

Bireysel düzeyde nasıl olacak bu?
 
Biraz çalışma, kültür ve eğitim. Bir de aile terbiyesi çok mühim. Onu da kaybediyoruz. Yalnız eğitim kâfi değil. Eğitimli olursun, kültürlü olamazsın. Bütün müzelerin kuruluşunda vardır: Sanat üçüncüdür. Eğitim, kültür, sonra sanat. Eğitimsiz kültür olmaz. Ama her eğitimli kültürlü değil. İşte bütün hikâye bu. Sanat müzeleri, tiyatrolar, şunlar bunlar... Hep çocukları düşünmeli. Çocuklar oralarda gördükleriyle yetişiyor çünkü.

Sansür mekanizması mı işlemeli yani?
 
Yok. Sansürle hiçbir yere varılmaz ama gösteriliş tarzı önemli. Tesir altında kalmamak, bırakmamak lazım. Bir sürü kaynağa bakmalı insan. Ben mesela tarihi çok severim ama Osmanlı tarihini de Türk tarihini de yabancı kitaplardan öğrendim. Türkiye'de tarih yazılmıyor ki. Çocuklar ne yapacak? Onların önüne koyduklarımız önemli.

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN KÜLTÜR 24 MAYIS 2012

...

Hiç yorum yok: