Bir bahar öğleüstü. Akşama
vakit çok daha; gölgeler kısa. Hava tozlu ve kuru. Coğrafya ağaçsız. 4 genç kız
bir duvar dibine çökmüş, eğleşiyor. Biri kitap, biri örgü, ikisi bağlamayla.
Muhabbet yok. Bir başka genç kız az öteden izliyor onları. Mutlular mı? Değil
gibi. Tebessümsüz yüzleri. Sadece o az ötedeki biraz eğleniyor sanki. Fotoğrafın
sahibi Mustafa Güneri. Altındaki not şöyle: Hasanoğlan
Köy Enstitüsü’nde boş zamanlarını değerlendiren kız öğrenciler.
Bir başkasında üç küçük delikanlı.
İkisinin saçları kısa, birinde şapka. İkisi itinayla bahçe suluyor, diğeri yere
eğilmiş bir şeyler ekip biçiyor ya da ekip biçiyormuş gibi yapıyor. Mevsim yine
bahar, saat yine öğleüstü ama bu defa coğrafya ağaçlı. Fotoğraf, İsmail Hakkı
Tonguç Belgeliği’nden. Altındaki notta Kızılçullu Köy Enstitüsü’nde bahçe
sulaması yazıyor.
Bir başkasında mevsim yaz. Ceketler
çıkmış, gömlek kolları dirseğe kadar katlanmış, ayaklar çıplak. 7 delikanlı yere
yerleşmiş, ellerine lazım gelen araç gereci almış, balık ağlarını onarıyor. Bir
de amca başlarında; eksiği gediği tarifliyor. Fotoğraf yine İsmail Hakkı Tonguç
Belgeliği’nden. Notu da belli, nispeten: Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde balık
ağlarını tamir eden öğrenciler.
DÜŞÜNEN TOPRAK KONUŞAN
TOHUM
Bunlar ve daha fazlası
nisan ortasından itibaren Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü’nde sergilenmekte. Arşiv belgeleri, kişisel eşyalar ve tanıklıklarla
birlikte… Köy Enstitülerine odaklanan serginin ismi ‘Düşünen Tohum Konuşan
Toprak: Cumhuriyet’in Köy Enstitüleri 1940-1954’. Başta Köy Enstitüleri
ve yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ni, sonra dönemi
taçlandıran köy öğretmenleri ve Cumhuriyet eğitimcilerini, en nihayetinde de
Anadolu insanını anlamaya çalışan serginin işbirlikçisi İsmail Hakkı
Tonguç Belgeliği Vakfı. Küratör Ekrem Işın ve ekibi 5000’i aşkın dokuman inceleyip
iki ciltlik kapsamlı bir katalog kitap, film ve sözlü
etkinlikler hazırlamış.
Bir bölümü ilk kez
ortaya çıkan fotoğrafların kimi bizzat Tonguç’un objektifinden. Hepsi ufak,
siyah-beyaz ve sisli. Br de her biri sanki kendinden hareketli; kendiliğinden gayretli. Kahramanlar
ya duvar örüyor ya bahçe suluyor ya çatı kaplıyor ya inşaata tuğla taşıyor ya
da dikiş dikiyor. İş hep çok ve vakit hiç yok. Koreografinin adı iş içinde
eğitim. Ama bir yandan da mandolin, bağlama ve keman çalmalar, tiyatro
sahnelemeler, kayak kaymalar… Belli belirsiz bir coşku. Hem bir sürü şey
deneyip öğrenmenin hem üretmenin hem de ortaklaşa bir yaşamı paylaşmanın
coşkusu bu.
Aslında çok sayıda
trajik fotoğraf da var. Enstitülere gelen köylü çocukların ilk gün hatıraları
bunlar. Her birinin bakışı donuk ve endişeli. Çoğu köylerinden ilk kez
ayrılmış; at ve eşek sırtında ya da elverişsiz tabiat koşullarında yürüyerek
enstitü kapısına ulaşmış. Sanki büyük bir deniz kazasından yeni kurtarılmış ve
güç bela sahile taşınmışlar... Üzerlerinde eski püskü ve yamalı elbiseler,
ayaklarında kat kat bezler. Belli ki üşümüşler.
Üşümüşler çünkü ülke savaştan yeni çıkmış ve Cumhuriyet,
mirastan çok bir enkaz devralmış. Bu enkaza yüzde 80’i, kimi kaynaklara göre de
yüzde 90’ı okuma yazma bilmeyen nüfus dâhil. Zaten hikâye öyle başlıyor. Nüfusun
bu kadar büyük bir çoğunluğunun okuma yazma bilmemesi Atatürk’ü çok rahatsız ediyor
ama ne yapılabilir ki? 40.000 köyün 31.000’inde okul yok; köylere ulaşım, okul
kurmak, öğretmen göndermek… Mümkün değil. Yapılabilecek tek şey, büyük
şehirlerden Anadolu’nun köylerine uzanacak bir eğitim sistemi kurmak. Derken… Arayışlar,
arayışlar ve Milli Eğitim Bakanları Saffet Arıkan ile Hasan-Âli Yücel’in
dönemlerinde temelleri atılan Köy Enstitüleri; eğitim tarihimizin heyecanlı ve sürükleyici,
ama aynı zamanda hüzünlü hikâyeleri...
KİREÇ KARARKEN KİMYA ÖĞRENMEK
Hikâye; Cumhuriyet’i yaşatma, demokrasiyi
yerleştirme ve yepyeni bir insan tipi yetiştirme niyetiyle 1936’da Köy Eğitmen
Kursları’nın açılmasıyla başlıyor. 17 Nisan 1940’a gelindiğinde ise dönemin
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde Köy Enstitüleri kuruluyor
ve o tarihten itibaren köyden alınan çocukların eğitilip tekrar köye yollanması
sistemine geçiliyor. Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri sayesinde,
1946-1947 ders yılı başına kadar 7.000 köyde okul açılıyor ve bu okullarda 8.500’den
fazla eğitmenle 210 binden fazla öğrenci yetiştiriliyor.
Hasanoğlan
Yüksek Köy Enstitüsü mezunu eğitimci - yazar Pakize Türkoğlu Köy
Enstitüleri’nin önemini, “Herkes eğitimin lüks bir ihtiyaç olduğunu sanır. Oysa
Tonguç, enstitülerin ekonomik olarak kendilerine yetebilmeleri için üretim
sırasında eğitim tekniğini geliştirdi. Bu yöntem; kireç kararken kimya, tuğla
hesaplarken matematik öğretmeye dayanıyor. Köy enstitülerinin getirdiği yenilik
budur." cümleleriyle anlatıyor. Ama… Öyle ya da böyle, sonunda; dış ve iç baskılarla 1946’da yavaşlayan enstitü
süreci 1954’te sona eriyor. Pakize Hanım’a göre sebep, Köy Enstitüleri’nin toplumun
50 yıl ilerisinde olması. “Mandolin, keman, tiyatro… Halk bunlara alışık
değildi.” diyor ve ekliyor Pakize Hanım: “Yapılanların önemi anlaşılamadı ve
aksaklıkların giderilmesi için fırsat bile verilmedi.”
Artık… Olan oldu, biten bitti. Bize sadece serüveni
fotoğraflarla izlemek ve belki de anlamaya çalışmak kaldı. O da uzaktan ve 27
Ekim’e kadar…
JÜLİDE KARAHAN
FOTOĞRAF DERGİSİ/ HAZİRAN-TEMMUZ 2012
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder