4 Haziran 2012 Pazartesi

KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN FOTOĞRAFLI SERÜVENİ



Bir bahar öğleüstü. Akşama vakit çok daha; gölgeler kısa. Hava tozlu ve kuru. Coğrafya ağaçsız. 4 genç kız bir duvar dibine çökmüş, eğleşiyor. Biri kitap, biri örgü, ikisi bağlamayla. Muhabbet yok. Bir başka genç kız az öteden izliyor onları. Mutlular mı? Değil gibi. Tebessümsüz yüzleri. Sadece o az ötedeki biraz eğleniyor sanki. Fotoğrafın sahibi Mustafa Güneri. Altındaki not şöyle: Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde boş zamanlarını değerlendiren kız öğrenciler.

Bir başkasında üç küçük delikanlı. İkisinin saçları kısa, birinde şapka. İkisi itinayla bahçe suluyor, diğeri yere eğilmiş bir şeyler ekip biçiyor ya da ekip biçiyormuş gibi yapıyor. Mevsim yine bahar, saat yine öğleüstü ama bu defa coğrafya ağaçlı. Fotoğraf, İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği’nden. Altındaki notta Kızılçullu Köy Enstitüsü’nde bahçe sulaması yazıyor.

Bir başkasında mevsim yaz. Ceketler çıkmış, gömlek kolları dirseğe kadar katlanmış, ayaklar çıplak. 7 delikanlı yere yerleşmiş, ellerine lazım gelen araç gereci almış, balık ağlarını onarıyor. Bir de amca başlarında; eksiği gediği tarifliyor. Fotoğraf yine İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği’nden. Notu da belli, nispeten: Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde balık ağlarını tamir eden öğrenciler.

DÜŞÜNEN TOPRAK KONUŞAN TOHUM

Bunlar ve daha fazlası nisan ortasından itibaren Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde sergilenmekte. Arşiv belgeleri, kişisel eşyalar ve tanıklıklarla birlikte… Köy Enstitülerine odaklanan serginin ismi ‘Düşünen Tohum Konuşan Toprak: Cumhuriyet’in Köy Enstitüleri 1940-1954’. Başta Köy Enstitüleri ve yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ni, sonra dönemi taçlandıran köy öğretmenleri ve Cumhuriyet eğitimcilerini, en nihayetinde de Anadolu insanını anlamaya çalışan serginin işbirlikçisi İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı. Küratör Ekrem Işın ve ekibi 5000’i aşkın dokuman inceleyip iki ciltlik kapsamlı bir katalog kitap, film ve sözlü etkinlikler hazırlamış.

Bir bölümü ilk kez ortaya çıkan fotoğrafların kimi bizzat Tonguç’un objektifinden. Hepsi ufak, siyah-beyaz ve sisli. Br de her biri sanki kendinden hareketli; kendiliğinden gayretli. Kahramanlar ya duvar örüyor ya bahçe suluyor ya çatı kaplıyor ya inşaata tuğla taşıyor ya da dikiş dikiyor. İş hep çok ve vakit hiç yok. Koreografinin adı iş içinde eğitim. Ama bir yandan da mandolin, bağlama ve keman çalmalar, tiyatro sahnelemeler, kayak kaymalar… Belli belirsiz bir coşku. Hem bir sürü şey deneyip öğrenmenin hem üretmenin hem de ortaklaşa bir yaşamı paylaşmanın coşkusu bu.

Aslında çok sayıda trajik fotoğraf da var. Enstitülere gelen köylü çocukların ilk gün hatıraları bunlar. Her birinin bakışı donuk ve endişeli. Çoğu köylerinden ilk kez ayrılmış; at ve eşek sırtında ya da elverişsiz tabiat koşullarında yürüyerek enstitü kapısına ulaşmış. Sanki büyük bir deniz kazasından yeni kurtarılmış ve güç bela sahile taşınmışlar... Üzerlerinde eski püskü ve yamalı elbiseler, ayaklarında kat kat bezler. Belli ki üşümüşler.

Üşümüşler çünkü ülke savaştan yeni çıkmış ve Cumhuriyet, mirastan çok bir enkaz devralmış. Bu enkaza yüzde 80’i, kimi kaynaklara göre de yüzde 90’ı okuma yazma bilmeyen nüfus dâhil. Zaten hikâye öyle başlıyor. Nüfusun bu kadar büyük bir çoğunluğunun okuma yazma bilmemesi Atatürk’ü çok rahatsız ediyor ama ne yapılabilir ki? 40.000 köyün 31.000’inde okul yok; köylere ulaşım, okul kurmak, öğretmen göndermek… Mümkün değil. Yapılabilecek tek şey, büyük şehirlerden Anadolu’nun köylerine uzanacak bir eğitim sistemi kurmak. Derken… Arayışlar, arayışlar ve Milli Eğitim Bakanları Saffet Arıkan ile Hasan-Âli Yücel’in dönemlerinde temelleri atılan Köy Enstitüleri; eğitim tarihimizin heyecanlı ve sürükleyici, ama aynı zamanda hüzünlü hikâyeleri...

KİREÇ KARARKEN KİMYA ÖĞRENMEK

Hikâye; Cumhuriyet’i yaşatma, demokrasiyi yerleştirme ve yepyeni bir insan tipi yetiştirme niyetiyle 1936’da Köy Eğitmen Kursları’nın açılmasıyla başlıyor. 17 Nisan 1940’a gelindiğinde ise dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde Köy Enstitüleri kuruluyor ve o tarihten itibaren köyden alınan çocukların eğitilip tekrar köye yollanması sistemine geçiliyor. Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri sayesinde, 1946-1947 ders yılı başına kadar 7.000 köyde okul açılıyor ve bu okullarda 8.500’den fazla eğitmenle 210 binden fazla öğrenci yetiştiriliyor.

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu eğitimci - yazar Pakize Türkoğlu Köy Enstitüleri’nin önemini, “Herkes eğitimin lüks bir ihtiyaç olduğunu sanır. Oysa Tonguç, enstitülerin ekonomik olarak kendilerine yetebilmeleri için üretim sırasında eğitim tekniğini geliştirdi. Bu yöntem; kireç kararken kimya, tuğla hesaplarken matematik öğretmeye dayanıyor. Köy enstitülerinin getirdiği yenilik budur." cümleleriyle anlatıyor. Ama… Öyle ya da böyle, sonunda; dış ve iç baskılarla 1946’da yavaşlayan enstitü süreci 1954’te sona eriyor. Pakize Hanım’a göre sebep, Köy Enstitüleri’nin toplumun 50 yıl ilerisinde olması. “Mandolin, keman, tiyatro… Halk bunlara alışık değildi.” diyor ve ekliyor Pakize Hanım: “Yapılanların önemi anlaşılamadı ve aksaklıkların giderilmesi için fırsat bile verilmedi.”

Artık… Olan oldu, biten bitti. Bize sadece serüveni fotoğraflarla izlemek ve belki de anlamaya çalışmak kaldı. O da uzaktan ve 27 Ekim’e kadar… 

JÜLİDE KARAHAN

FOTOĞRAF DERGİSİ/ HAZİRAN-TEMMUZ 2012 

..

Hiç yorum yok: