Josephine Powell tıpkı yıldızlı
gök gibi. Hani şu, dünyaya binlerce göz aracılığıyla bakanlardan; baktığını
görenlerden ve bir de nasıl çekip gideceğiyle nasıl kalacağını bilenlerden…
Nereye bakmış ve ne görmüş? Nereden gitmiş ve nerede kalmış? Aslında her şey
bir Bizans mozaiğinin fotoğrafını çekmesiyle başlamış. Josephine bu fotoğraftan
sonra İstanbul'a gelmiş ve Anadolu’da kalmış.
İlaç gibi bir öykü onunki. 15 Mayıs 1919’da
Manhattan’da başlıyor ve şöyle gelişiyor: Zooloji mezunu ve sosyal hizmetler
uzmanı Josephine, genç yaşta yollara düşüyor. Önce Avrupa’daki mültecilerin
ülkelerine dönmelerine yardımcı oluyor, sonra Amerika’ya iltica eden savaş
bitkinlerini yeni yurtlarına yerleştiriyor. Bu işte öyle başarılı oluyor ki Batı Moğolistan aşireti Kalmıkların Amerika’ya mülteci olarak kabul
edilmesi için yürüttüğü çalışmalar sebebiyle aşiret ona ‘Kalmıkların Anası’
unvanını veriyor.
Bizans
saraylarının mozaiklerini fotoğraflar mısınız?
Derken ver elini bir sürü ülke ve 1952’de Roma’ya yerleşme. Ama artık
serbest fotoğrafçı etiketiyle… Önce sanat ve mimari, sonra insan öyküleri
derken Afganistan, Pakistan, İran, Kuzey Afrika, Yugoslavya, Yunanistan,
Makedonya ve Türkiye; artık önüne ne gelirse: Bozkırları aşmak, göçebelerle
karşılaşmak, kasabalarda konaklamak ve harabeleri adımlamak…
İşte tam o günlerde bir teklif: “Bizans
saraylarının mozaiklerini fotoğraflar mısınız?” El cevap: “Elbette”. Böylece 1955’te Bizans
mozaiklerini fotoğraflamak üzere doğru Türkiye’ye. Ver elini Anadolu. Ama
beklenmedik bir gelişme: Anadolu’nun kilim
ve dokumalarına tutulma kabilinde. Belki de bu coğrafyanın göçebelerine. Kim
bilir? Ama şu kesin; ciddi bir adanma onunki.
Kilimlere renklerini geri vermek için çıkılan bu
yolculukta Doğal Boya Araştırma ve Geliştirme Projesi isimli kooperatifin
kurulmasına yardım etmek de, el sanatlarıyla ilgili bilgileri doğrudan Türk
göçebelerinden almak için uğraşıp didinmek de, dokumaların hangi amaçlara
hizmet edip hangi malzemelerden yapıldıklarını araştırmak da var. Üstelik
bunlar sonraki 20 yıl boyunca Josephine’in tek derdi.
Kilimler, çuvallar, heybeler, çantalar…
Josephine’e topladığı bu yırtık pırtık kilimlerde ne gördüğü
sorulduğunda verdiği vereceği tek cevap var: “Renklerin ve desenlerin
birleşimini. Herkes bu kadınların sadece başka şeyleri kopyalayabildiklerini ve
aynı şeyin tekrar tekrar kopyalandığını söylüyordu. Ama her kilimde pek çok
çeşitleme vardı ve bu kilimler benim ilginçlik ve güzellik anlayışıma tamı
tamına denk düşüyordu.”
Paramparça olmuş kilimler, çuvallar,
heybeler, çantalar, kök boya çıkarmakta kullanılan türlü çeşit el aletleri… Artık ne bulursa birer ikişer toplayan Josephine’in bu uğraşı 196 kilim, 124 çuval, 31 heybe ve çanta, 119
farklı dokuma örneği ve 350 dokuma araç gerecine dayanınca… Yani fotoğrafçının İstanbul Cihangir’deki evi, baş edemediği bir
müzeye dönüşünce… Yapacak tek bir şey vardı: O da Anadolu’nun kırsal bölgelerinde dokumacılığın rolünü ve önemini yansıtan bu büyük koleksiyonu bağışlamak. Nereye? Mesela Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’ne. Aynen öyle. Josephine, 19 Ocak 2007’deki ölümünden üç ay önce tüm koleksiyonunu Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’ne bağışladı.
Josephine’in derdi, göçebeleri doğal hallerini belgelemek
Peki ya fotoğraflar? Onlar Vehbi Koç Vakfı'na... Ve şimdi 30 bin karelik fotoğraf arasından seçilen özel kareler, ‘Josephine’in Gördüğü: 20. Yüzyılda Anadolu’nun Kırsal Yörelerine Fotoğrafik Bakışlar’ adıyla Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde sergilenmekte. 21 Ekim’e kadar… Sergide Josephine’in 80 kadar fotoğrafı var ama daha fazlası mekândaki projeksiyonlarda. Daha da fazlası Koç Üniversitesi Kütüphanesi’nin internet adresinde.
Fotoğraflardan anlaşılan şu ki Josephine’in derdi, göçebeleri doğal halleriyle belgelemek. Yani onları konuşurken, çalışırken, şarkı söylerken, şakalaşırken, dans ederken, yün eğirirken, artık ne yapıyorlarsa tam da onları yaparken fotoğraflamak. Yün eğiren, kilim dokuyan, cicimlerini gösteren, çadırları kuran ve yükleri taşıyan kadınlar, gelinler, genç kızlar, amcalar ve dedeler ise pek aynı fikirde değil nedense. Çünkü onlar en güzel kıyafetlerini giyip, en renkli takılarını takıp, en besili hayvanlarını yamaçlarına alarak; bir de üstüne gururla poz vermişler adeta.
Yine de sergideki ve hatta arşivdeki tüm
fotoğraflar köklü bir değişimden geçen Anadolu coğrafyasını anlatmakta. Hem de
ne coğrafya; Uşak, Maraş, Konya, Malatya, Manisa, Muğla, Mersin, Niğde,
Kayseri, Adana, Çanakkale, Sivas… Neredeyse Türkiye’nin tüm dağ ve yaylaları.
Josephine, gerçekten de nasıl ve nerede kalacağını bilmiş. İyi ki de Türkiye’ye
gelmiş.
JÜLİDE KARAHAN
FOTOĞRAF DERGİSİ // AĞUSTOS EYLÜL 2012
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder