27 Ağustos 2012 Pazartesi

Sinop'un üzerindeki gölge

4. Uluslararası Sinop Bienali Sinopale'nin açılışı, balkonunda çamaşır asarken keşfedilen Zehra teyzenin mini konseriyle 24 Ağustos Cuma akşamı tarihî Sinop Cezaevi'nde yapıldı. Bienale katılan sanatçılar, "Gölgenin Bilgeliği: Bozulmuş Bilgi Çağında Sanat" başlıklı temadan hareketle şehrin üzerine çöken gölgeleri tartıştı.

Ortada daha ne halley var, ne çokoprens... O zamanlar Sinop'ta çocuklar akşamüstüleri prenses yiyorlar. Yerini hiçbir şey tutmuyor. Kalınca iki bisküvi arasına sürülen kremadan oluşan prensesin üzeri çikolata kaplı, kenarları fıstıklı. Tavsiye üzerine girdiğimiz Dolunay Pastanesi'nde (Arkeoloji Müzesi'nin karşısındaki) hem 'prenses'i hem Sinopale'yi konuşuyoruz. Önce bir muhabbet girizgâhı olarak "Ne işe yarayacak bu bienal?" sorusu. Elbette şaka yollu. Çünkü bu yıl 4.sü gerçekleşen uluslararası Sinop Bienali Sinopale'nin her bir şeyi topluca Sinopça yapılıyor. 1 Ağustos'tan bu yana atölye çalışmaları, film gösterimleri, çekimler ve röportaj yağmurları altındaki şehirde; o bunun ucundan, bu şunun ucundan tutuyor. Bu imece hâli 24 Ağustos Cuma akşamı tarihî Sinop Cezaevi'nde gerçekleşen bienal açılışında kendini gösterdi: Sayısız teşekkür konuşmasını balkonunda çamaşır asarken keşfedilen Zehra teyzenin mini konseri izledi. 

12 kişilik bir küratör ekibin yön verdiği 4. Sinopale'nin kavramsal çerçevesi yine Sinop'tan. Çünkü küratörlerden Işın Önol'un belirlediği "Gölgenin Bilgeliği: Bozulmuş Bilgi Çağında Sanat" başlıklı temanın ilham vereni Sinoplu felsefeci Diyojen. En meşhur hikâyesi şöyle: Günün birinde Diyojen güneşe karşı oturmuş dinlenirken Büyük İskender yanına gelir ve ona ne isterse yerine getirebileceğini söyler. Diyojen'in Büyük İskender'e cevabı, "Gölge etme başka ihsan istemem." olur. 

Küratör Önol, Diyojen'in otoriteye karşı çıkışını; "Senden hiçbir şey istemiyorum, yeter ki bana engel olma yerine; güneşle ve doğayla bağlantımı kesip bana gündelik hayata dair arzulamadığım ve ihtiyaç duymadığım lüksü boşu boşuna önerme." biçiminde yorumluyor ve çorabı Japon edebiyatının önemli yazarlarından Jun'ichiro Tanizaki'nin "Gölgeye Övgü" kitabından bir alıntı yaparak söküyor: "Biz Doğulular tatminimizi çevremizi oluşturan etmenlerde ararız ve şeylerin oldukları haliyle mutlu oluruz. Böylece karanlık bizim için bir mutsuzluk nedeni olmaz, biz kaçınılmaz olarak kendimizi ona bırakırız. Eğer ışık azsa azdır; biz karanlığın içine dalar ve orada onun kendine has güzelliğini keşfederiz."
Yine Önol'un hatırlatmasıyla; Tanizaki'nin 1933 yılında yazdığı "Gölgeye Övgü" 1977'de İngilizceye çevrildiğinde elektrik enerjisi çoktan nükleer enerji ile elde edilmeye başlamış, atom hızlandırıldıkça hızlandırılmış, Japonya, Hiroşima ve Nagazaki'de ışığın en parlağını çoktan deneyimlemişti. Bu noktada Sinop'a, günümüze, hatta Dolunay Pastanesi'ndeki sohbete dönersek; 4000 yıllık bir geçmiş üzerinde yükselen Sinop, bir şeylerin gölgesi altında. Ama bu gölge.. Hani biri görünmeyen bir yerden eliyle tavşan ya da kuş yapar da o şekiller duvarda büyüdükçe büyür ya... Aynen öyle. Gerçekten büyükler mi yoksa el kadarlar mı belli değil. Bir de o elin sahibi... Kimsenin bir fikri yok. Pastanede ve her bir köşede konuşulanlara göre; Radar Tepesi'nde bir Rus füze rampası var ve 4 deneme atışı yaptı. Termik santral durdu galiba ama nükleer santrale devam. Bir de bir kanal projesi var.
Sanatçılar kentle birlikte tüm bunları tartışıyor da tartışıyor; estetikten asla ödün vermeden elbette. Küratörlerden Elke Falat; hapishane, nükleer enerji santrali ve füzelerle ilgili bir video seçkisi sunuyor izleyiciye. Tam da nükleer enerjinin halihazırda tarih olduğunu ve geleceğin teknolojisi olarak sunulmasının büyük bir hata olacağını örnekleyen... 100 kadar Sinopluyla birlikte "Deniz artık uyanıyor" isimli bir belgesel hazırlayan mimar Bahanur Nasya, bizzat denize dikkat çekme derdinde. Yine pastanedeki o ilk soru: "Ne işe yarayacak bu bienal?" Galiba artık geçerli bir cevabımız var: "Hangimiz kendi kentimizi bu kadar tartıştık; bunca sanatçı, profesör, kültür yöneticisi ve gazeteci..." 


Sinop Cezaevi, kültür merkezi oluyor 
 
Sinopale kapsamında önceki gün gerçekleşen forumda Sinop Cezaevi'nin akıbeti tartışıldı. Önce tersane, sonra hapishane olarak kullanılan ve yıllardır boş duran cezaevi, önümüzdeki 4 yıl içinde uluslararası bir kültür sanat merkezine dönüşecek. Bu niyetle büyük bölümü Avrupa Birliği Komisyonu'ndan olmak üzere 9,2 milyon Euro'luk bir bütçe çıkarıldı. 20 Temmuz'da açılan ihale Aralık 2012'de sonuçlanacak ve restorasyon süreci başlayacak.

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN KÜLTÜR 27 AĞUSTOS 2012 

...

Hiç yorum yok: