28 Haziran 2011 Salı

İhtiyacımız biraz daha şefkat!

Arter'de hem görsel hem duygusal açıdan kayıtsız kalamayacağımız bir sergi var. İtalyan asıl-lı Avustralyalı sanatçı Patricia Piccinini'nin 20 kadar işinden oluşan serginin ismi 'Beni Bağrına Bas'. Bu sözcük öbeği karşısında hissedilen ilk duygu, şefkat. Sergi bir duygu döngüsü yapıyor içimizde. Şefkatin peşi sıra önce şaşırıyor, irkiliyor ve hu-zursuzluğa kapılıyoruz. Sonra yine kocaman bir şefkat içinde buluyoruz kendimizi.


Ziyaretçiyi geyik gibi davranan iki motosiklet karşılıyor girişte; birbirlerine âşıklar. İşin ismi de 'Âşıklar'. "İnek bir süt makinesine dönüşürse, motosiklet de geyik gibi davranabilir pekâlâ." diyor sanatçı. Hatta çocukları bile olabilir ki olmuş, az ileride 'Etle Tırnak' misali bir sevimlilik içinde.

'Âşıklar'ın arkasında bir 'Gözlemci'. 18 İkea sandalyesi üst üste, ufak bir oğlan da onların üstünde; 'eyvah düşecek!' gerçekliğiyle. Az ötede, hemen sola dönünce plastik ve ekoloji kelimelerinden türetilmiş 'Plastikoloji' isimli bahçe. Oradan oraya koşarken, konuşurken ve hatta gülerken kendi hayatımızın içinde yaşamıyoruz ya, hani akşam olduğunda öylesine bir film daha izlemiş gibi hissediyoruz kendimizi... Televizyon ekranlarında gördüğümüz, hayali esintiyle sallanan yapay ağaç yapraklarından ibaret bahçe, işte bu sebeple pek bir yakın bize. Gerçek olsaydı şaşırırdık belki!

Açıklıyor Piccinini: "İşlerimde peşine düştüğüm kilit meselelerden biri, yapay ile doğal olan arasında giderek daha geçirgen hale gelen sınırlar. Düşününce, dönüştürülmüş bir bitkinin motosikletten farkı ne? Tasarlanmış, üretilmiş, pazarlanmış; tüketiliyor." Ama dikkat: Teknoloji ne kıyamet alameti ne de dünyanın kurtarıcısı. Ne teknolojiye ne de yeni teknolojiler geliştirmeye çalışanlara karşı sanatçı. "Annem yıllarca hastalıkla savaştı. O zamanlar bilimin/tıbbın ailemize yardım etmesini diler, bunun için dua ederdim. Sonuçta bilimin bir yardımı olmadı. Ama hâlâ umutluyum." diyor ve ekliyor Piccinini: "Ancak ne kadar zeki görünürse görünsün, bilimin kusursuz olmadığını da biliyorum artık. Sonuçta anneme bir faydası dokunmadı."

İRKİLTEN TUHAF YARATIKLAR ARASINDA

Bir üstü; şaşkınlığın irkilme, huzursuzluk ve kimileyin tiksinmeye dönüştüğü kat. Teknolojik müdahaleler, genetik dokunuşlar, ekolojik bozulmalar, hayali melez türler, soyu tükenen canlılar, soyu tükenmekte olan canlılar için taşıyıcı anneler, hayali ve gerçek canlı karışımları... İlk iş, ilk defa sergilenen 'Davetli Misafir'. Goethe'nin bir sözünden ilhamlı: "Güzellik her yerde davetli misafirdir." Ah güzellik! Milan Kundera, yavaşlık ile hatırlama, hız ile unutma arasındaki gizli ilişkiden bahseder 'Yavaşlık'ta: "Bir şey hatırlamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan kimse hızlanır." Güzellikle yakınlık arasında da pekâlâ böyle bir ilişki kurulabilir. Birine yeterince yaklaşırsak -fiziksel ve duygusal olarak- çirkinlikten bahsedebilir miyiz artık? Gözün görme sınırları aşılmış, zihnin kusur bulma işlevi devre dışı bırakılmıştır. Sanatçının yaptığı çirkinliğe değil -ne göreceli, ne ayıp- farklılığa ve ötekine övgü. Pek gerekli bu övgü. Çünkü doğadan, gerçeklikten ve hatta kendimizden koptukça ahlaklarımız değişti, sezgilerimiz köreldi, ayıplarımız yok oldu; herkes ve her şey gözümüzde öteki oldu. Hatta tuhaf bir varlığa bakamaz hale geldik. Çok şükür ki bakıyoruz sergide; baktıkça seviyoruz bir de.

Ki sergideki tuhaflık ne ki! "İşlerimi gerçekten var olan tuhaf yaratıklarla karşılaştırdığımda kendiminkilerin ne kadar sınırlı olduğunu görüyorum." diyor sanatçı. Öyle. Gerçek hayatta Blobfish diye bir balık varmış mesela; Avustralya'nın güneyinde derin denizlerde yaşarmış ve varlığı ancak 1980'lerde açık deniz balıkçılarının trolle yengeç avlamalarının tali zararına kurban olduğunda anlaşılmış. Şimdi soyu tükenmek üzere. Kendisi sergide.

GENETİK MÜHENDİSLİĞİ ÜRÜNÜ BİR SÜTANNE

Son kat bir ev. Mobilyaları, rahat koltukları, çiçekleri ve perdeleriyle... Zaman gece, herkes uykuda. Televizyonu açık unutmuşlar; ekranda başka bir ev, başka bir çocuk ve bambaşka yaratıklar. Ürkütücü ama zararsızlar hatta pek de tatlılar. Farklı bir aile bu. 'Büyük Anne' bir bebek için tasarlanmış genetik mühendisliği ürünü bir sütanne. Kucağında bir bebek, onu çok seviyor belli ama biraz rahatsız, hatta mutsuz. Bebek tamamıyla, sonsuza dek onun değil diye olsa gerek. Az ilerde bir 'Bulunmuş Bebek'. Yine garip ve sevimli. Çin'i hatırlatıyor sanatçı: "Çin'de sadece yarık dudaklı çocukların kaldığı yetimhaneler olduğunu öğrendim. Bu çocukların çoğu, kim olduğu bilinmeyen anne-babaları tarafından terk edilmiş bebekler. Çin'de damgalanma korkusu, sağlık hizmetlerine erişememe ve tek çocuk politikası bir araya gelince, bazı anne babalar çocuklarını bir yerlere bırakmak dışında bir seçenek göremiyorlar. Bunun nedeni, Çinli anne-babaların kalpsiz olmaları değil, yaşadıkları dünyada bu çocuklara yer olmaması." Davet/niyet açık: Tuhaf, garip, anormal, ucube, öteki... Her ne ve her kimse samimiyetle, sabırla, diğerkâmlıkla kabullenebilir miyiz karşımızdakini? Mekânı terk ederken tek hissettiğimiz şefkat olduğuna göre kabullendik gitti.

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN KÜLTÜR / 28.06.2011

Hiç yorum yok: