26 Haziran 2011 Pazar

SANAT/HAYAT: İKİMİZDEN BİRİ GÖÇMEN



Bir sürü toplu konut, bir sürü boş arazi, bir sürü küçük mahalle geçip Çatalca'ya vardık. Ne kadar uzakmış. Bir meydanda durduk; ismi Mübadele Meydanı. Bir köşede dev gibi bir çitlembik ağacı; 150 yaşındaymış ve de koruma altında; diğer bir sürü şey gibi. Ne gibi? Evler, eşyalar, hikâyeler, hayatlar...


Meydanın solundaki tahta tabureli kahvehanede soluklandık; birazdan Mübadele Müzesi'ni gezeceğiz. Çok meraklıyız aslında -Türkiye'nin ilk ve tek mübadele müzesi sonuçta- ama daha çok merak ettiğimiz bir şey var sokakta.

"Anlatırım beyav" diyor 92'sindeki Fehim Uçan, 1. kuşaktan. Lacivert fötr şapkası, jilet gömleği, artık içine griler kaçmış mavi gözleri ve beyefendi halleriyle 30 yıl nasıl icra memurluğu yaptığını, güzeller güzeli İzmirli eşini, şimdilerde çok kızgın olduğu çocuklarını anlatıyor önce; sonra geçiyor meseleye.

İlk cümle: "4 yaşındaydım." Devamı: "Apar topar bindik gemiye. İndik ki gelmişiz. Bir tek yastığımız, yorganımız. Ev verdiler bize, biraz da mal. İş bitti." Bu hikâyeyi en az 20 kez dinlemiş, 40 kez de anlatmış. Belli. Araya karışan bir "Nasıl yani?" sorusunun ezberdeki cevabı gibi: "Atatürk çağırdı geldik beyav." Büyüyünce gitmiş geriye; ne kasaba aynı kasaba, ne sokak, ne ev. Yol geçmiş hep. "Neresi daha güzel?" diyor ve şiirli cevabımızı alıyoruz: "Kendin güzelsen her taraf güzel beyav."

Kahvehanede biri var, Erol Ölçer adı, 72 yaşı. Mübadele Müzesi'nin mülkiyet sahiplerinden kendisi. Öyle çok şey anlatıyor ki; Celal Bayar diyor, Menderes diyor, Apo diyor; gözlerimizde biraz şüphe görünce koşup albümünü getiriyor. Biz müzeyi gezeceğiz daha, dinleyemiyoruz pek ama gayri resmi tarih meraklıları çarşıdaki Aygaz bayiine sorabilir onu.

Siz neresindensiniz?

Lozan Mübadilleri Vakfı ve Çatalca Belediyesi el ele vermiş, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı desteklemiş, Türkiye'nin ilk Mübadele Müzesi kapılarını açmış. Duyan gelmiş, elinde avucunda ne varsa vermiş. Onca eşya, hayat, hikâye... Sığışamıyor şimdi içeriye. En çok aile büyüklerinin fotoğrafları, giysileri, mektupları ve ufak tefek eşyaları... Böyle düşününce çok da bir şey yok aslında. Çünkü gerçekten öyle alelacele gelmişler ki; yemeğin altını söndürüp, çamaşırları ipten ıslak ıslak toplayıp... Müzenin her köşesinde çeyizler; türlü türlü dokuma ve işlemeler... Girit kırmızısı nakış işi en özeli ve güzeli. Hemen girişte bir defter. Sayfaları dopdolu. Bir sürü insan kimlerden olduğunu yazmış, adres ve telefonunu bırakmış. Bir eş dost, hısım akraba, konu komşu çıkar diye. Tanışır tanışmaz hemen "Siz neresindensiniz?" diye sorulması bu sebeple belki de.

***

Buralarda bir açıkhava sineması varmış

Beyoğlu Tomtom Mahallesi, geçtiğimiz hafta dört başı mamur bir sinema karnavalı ağırladı. Sinema etkisi en çok Acara, Akarsu ve Kaymakam Reşat Bey sokaklarında hissedildi. Akarsu'nun bir ucunda küçük, diğer ucunda büyük perde vardı. Büyük olan, Ara Cafe'den inerken hemen sağdaki apartman boşluğundaydı. Çarşamba gecesinin filmi Vesikalı Yarim'di. "Buralarda bir açıkhava sineması varmış?" diye sora sora bir sürü genç geldi mekâna. Yukarıda bir avuç gökyüzü, etrafta gerçek sarmaşıklar, ortada mavi yeşil tahta sandalyeler... Darısı diğer mahallelerin başına!

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN PAZAR/ 26.06.2011

Hiç yorum yok: