13 Ocak 2012 Cuma

Yazdığım Kitabın Adını Unuttum, İyi Mi?

Aydın Boysan dolu dolu 90 yaşında. Mimarlık ve gazete yazarlığı yanı sıra 39 kitabı var. 40.’sının da eli kulağında. Evindeydik. O anlattı, biz dinledik.


Nasılsınız? Afiyettesiniz inşallah?

Efendim 90’ı bitirdim. 91’i sürmekteyim. Şükür, şikâyet etmiyorum. Bin türlü olay yaşadım, iyi kötü. İki defa akciğer kanseri odum. Öldürür aslında ama ikisini de atlattım. Karaciğer sağlam Allah’tan... Hayat devam ediyor elhamdülillah. Asıl mesleğim mimarlık. 55 sene yaptım. Yüze yakın ciddi bina... 15 sene de İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık üzerine hocalık… Haftada altı saat ders, kolay değil. İnsan altı saat konuşacağı şeyi altı günde zor hazırlıyor. 13 sene de gazete yazıları yazdım. Onları yazarken dünyayı gezdim. Dünyayı gezmek için önce okumak, sonra gitmek lazım. Okumadan gidince bir şey görmüyor insan. Velhasıl dolu bir hayat geçirdim. Hâlâ durmuyorum. 40. kitabı bitirdim. Oğlumla birlikte…

Aaa gerçekten mi? Ne zaman çıkacak?

Bir aya kalmaz. İlk 10 kitabı kendi paramla basmıştım. Şimdi bekleniyor çıksın diye. Ne iyi.

İsmi ne olacak?

Bak şimdi… O kadar çok isim söyledik ki… Sonunda bir isim koyduk ama onun ne olduğunu da unuttum. Unuttum valla… Biraz düşüneyim.

İçinde fotoğraf var mı?

Tabii tabii. Bir arkadaşımız yeni fotoğraflar çekti. Besim Dalgıç. Grafik sanatçısıdır aslında. İstanbul’da yaşadığımız eski mahallelere gittik birlikte, oralarda çekildik hep.

Ne üzerine kitap?

Anılar. Oğlan kendi anılarını yazdı, ben kendi anılarımı; verdik yayına. Yarısını o yazdı, yarısını ben. Tek kitap, iki yazar. Oğlum dediğim adam da 60’ına yaklaştı. Mimardır. Dünyayı gördü, yıllarca Amerika’da yaşadı. Aklına geleni yazmış. Ben de öyle, aklıma geleni yazdım. İstanbul’da yaşadığım eski mahalleleri anlattım.

Bir parça o zaman…

Adını demeyeyim, tanınmış insanlarımızdan biri, vaktiyle bana sormuştu: Üstat zat-ı âliniz Fransa’da mı eğitim aldı, İngiltere’de mi diye… Ben de dedim ki feyiz aldığım yerleri sayayım: İstanbul’da Davutpaşa Çöp İskelesi, Davutpaşa Ispanak Viranesi, Samatya Narlıkapı Çıkmazı, Yeşilköy Bamya Tarlası... Şaştı kaldı. Sofradaydık. Kahkahalar patladı. İstanbul’un kenar mahalleleri vaktiyle bir başka türlüydü. Rum, Ermeni, Yahudi, Müslüman… Birlikte yaşardık. Narlıkapı’da tiyatromuz vardı. Ve orada Shakespeare oynardı, Moliere oynardı. 1930’lar, 40’lar. Düşünün. 21 doğumluyum ben. Giderdik hep. Tiyatro hayatımızın bir parçasıydı yav. Narlıkapı Çıkmazı’nda oturduk biz. Komşularımızı hatırlarım, isimlerini şimdi bile sayarım. 40 seneyi geçti buradayız; 12 daireli apartmanda 8’inin yüzünü görmedim daha. Tuhaf bir iş bu. Hiç görmedim; kimdir, nedir, ne iş yapar… Bilmem. Bir toplum için fevkalade çirkin bir şey bu. Narlıkapı’daki komşuları sayayım mı?

Sayın…

Sağ tarafımızda Aliş Usta, demiryollarında usta, kızı Hüsniye ile oğlu Hayrettin arkadaşımdı. Onun yanında müezzin Osman Efendi, fevkalade haşin bir adam, yaramazlık yapan çocukları döverdi acımadan. Onun yanında dünyanın en güzel kadınlarından Talia Hanım, iki yanağında iki gamze, oğlu Orhan Boran arkadaşım. Onun yanında istihkâm nazırı İhsan Bey, kızı Bedia ile oğlu Bülent arkadaşım. Onun yanında ikiz kardeşler, biri Melahat… Anne babasının adını unuttum bak. Yaşlandım galiba. Neyse, biz mahallece yaşıyorduk. Birlikte yapardık çok işi. Teraviye giderken toplanır, öyle giderdik. Düğünleri, bayramları birlikte kutlardık. Erkenden kalkar, bayram namazına giderdik. Toplumun iç ilişkileri vardı. Komşuluk bunlardan biriydi. Toplumu bütünleştirmekte fevkalade önemliydi. Şimdi ayrışma var. Kötü bir sözcük ama toplum bireyleri kopuştu. 12 daireden 8’inde kimin yaşadığını bilmiyorum, düşünün.

İsmi neydi kitabın?

Hangi kitabın?

Hani çıkacak ya yakında, 40. Kitap…

Haa… Dur bakim, belki hatırlarım biraz sonra. Yazdığım kitabın adını unuttum, iyi mi? Ha ha ha…

****

Peynirsiz yapamam

Yemeklerle işim yok. Tatmaya gelince hepsini tadarım ama ağır yemek benim işim değil. Dünyanın beş kıtasını gezdim. Avustralya, Çin, Japonya, Sibirya, Amerika… Ne tarafta ne olduğunu, neler yenip içildiğini bilirim. Ama onu bunu bırak! Dünya gıda sanayinin en parlak ürünlerindendir peynir. Peynirsiz yapamam. Her cinsini severim. Ayırt etmem. Darıltmam.

Cacığa buz atmak

Çok iyi cacık yaparım. Bak anlatayım… Önce yoğurt iyice çırpılacak, su katmak yasak. Sonra içine yüzde yedisi kadar zeytinyağı damlatılacak. Çırpmaya devam. Hıyar soyulduktan sonra sol ele alınacak. Keskin bir bıçakla döndüre döndüre dikine vurulacak. Enine kesmek yasak. Hıyar yoğurda ince, uzun ve yassı yassı düşecek. Geometrisini etüt ettik. Hıyarın yoğurda en fazla yüzey verdiği hal bu. Sonra diş sarımsak havanda tuz kata kata dövülecek. Sübye haline gelene, kendini bırakana kadar... Üzerine karabiber, az kırmızıbiber, bol nane. Doğru buzdolabına. Orada 6 - 7 saat soğuyacak. Cacığa buz atmak olmaz.

Kitaplarını basmak için…

Öğretmen Nevreste Hanım ile muhasebeci Esat Boysan’ın oğlu Aydın Boysan 17 Haziran 1921’de İstanbul’da doğdu. Pertevniyal Lisesi’nin ardından İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. 1999’a kadar ara vermeden mesleğini yaptı. 1957-1972 yıllarında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ders verdi. 1984’te kendi kitaplarını basmak için Bas Yayınları’nı kurdu. 13 yıl aralıksız olarak gazete yazarlığı yaptı.

Cacık gibi yaşanırsa…

Uzun yaşamanın sırrı mı? Sır değil ki bu… Cacık yapar gibi yaşanırsa uzun yaşanır. Özenli, kendini hırpalamadan... Her şeyi tadında bırakarak… Dengeli. Ben ilk kitabımı 63 yaşımda yazdım. 90’ımda 40. kitap kapıda. Her yiyen içen yazamaz. Kolay değil.


JÜLİDE KARAHAN

ANADOLUJET OCAK 2012

Hiç yorum yok: