29 Ekim 2011 Cumartesi

SÖYLEŞİ: BENEDETTA TAGLIABUE

'Mimarlık, insanoğlu için büyük bir kibir aracı'

İtalyan mimar Benedetta Tagliabue, bir konferans için İstanbul'daydı. Eski kentler için gürültüsüz değişiklikler öneren mimar, "Değiştirmek iyidir bazen." dedi ve ekledi: "Birkaç gün önce Barcelona'da bir belediye görevlisiyle pencereleri tartıştık. O, pencereler kahverengi olmalı diyor. İddiası şu: Eski Barcelona'da pencereler kahverengiye boyanırdı. Ama şimdi eski Barcelona'da yaşamıyoruz ki..."

İskoçya Parlamento Binası ve Hamburg Hafencity Limanı gibi önemli projelere imza atan İtalyan mimar Benedetta Tagliabue, Yapı-Endüstri Merkezi'nin davetlisi olarak İstanbul'daydı. Önceki gün YEM Etkinlik Salonu'nda Siemens Ev Aletleri'nin desteklediği 'Zihinsel Peyzajlar' başlıklı bir konferans veren Tagliabue ile sohbet ettik. Mimarlık, güvenlik, kuleler ve eskiler üzerine...

İstanbul'a ilk gelişinizi hatırlıyor musunuz? Havaalanından şehir merkezine giderken neler gözlemlemiştiniz?

1999'da bir Karadeniz gezisine katılmak üzere gemiye binmek için İstanbul'a gelmiş ve kentte birkaç saat geçirmiştim. Sabah saat 6 civarında Boğaz kıyısına gitmiştik, ağzımız bir karış açık... İstanbul'u, Boğaz'a giderken ve dönerken görmüştüm sadece ama çok büyük ve çok güçlü bir kent olduğunu hemen anlamıştım.

Önünüze sonsuz imkânlar serilse ne yapardınız bu şehirde?

Çok utanıyorum, çünkü kenti çok iyi tanımıyorum ama dediğiniz gibi sonsuz kaynaklar diye bir şey olmaz. Öte yandan İstanbul'un buna ihtiyacı yok. Zengin kaynakları ve zengin bir mimarisi zaten var. Uzun ve zengin bir tarihe sahip. Düşünüyorum da hiçbir şeyi değiştirmezdim herhalde.

Rahmetli mimar Turgut Cansever, Ortaçağ Avrupa'sında sadece rahipler mimarlık yapardı demiş ve eklemişti bir keresinde: "Çünkü sonuçta yeryüzüyle oynuyorsunuz." Bir mimar bu oyunda nelere dikkat etmeli?

Mimarlarda güçlü bir dünyayı değiştiriyorum hissi oluyor, bu doğru. Mimarlık, insanoğlu için büyük bir kibir aracı. Çok kibirliyizdir biz. Ama kişisel olarak alçak gönüllü olmaya, yeryüzünü çok değiştirmemeye, onunla çok fazla oynamamaya dikkat ediyorum. Egemen ya da baskın olacak, her şeyi yeni baştan tanımlayacak bir mimari yaklaşımdan yana değilim. Olabildiğince alçak gönüllü, etrafa ve dünyaya uyumlu bir mimari yaklaşımın arkasında ve tarafındayım.

Turgut Cansever, yüksek bina ve kulelerin de bu kibrin sonucu olduğunu söylerdi...

Ben de yüksek kule ve binalar yapıyorum ama inanın çevresiyle uyumlu, etrafa karışmaya çalışan sevimli kuleler...

İnsanın öncelikleri, endişeleri, kısacası yaşam biçimiyle mimari arasında bir bağlantı olmalı. Son yıllarda mimariyi etkileyen sosyal dalgalar neler bu anlamda?

Örnek verecek olursam; son işlerim, kentlerin dışında bulunan sanayi bölgelerini kent merkezlerine dönüştürme üzerine... Son 50 yılda sanayi bölgeleri kentlerin yaşam alanlarını neredeyse işgal etti. Şimdi birer birer şehir merkezine dönüşüyorlar. Hamburg Limanı'nda yaptığımız iş mesela; artık orada sadece liman çalışanları değil, güneşlenmeye giden insanlar da var.

Sanayi bölgelerini sosyal alan olarak kullanmaktan bahsediyorsunuz değil mi?

Evet... Ama artık otomasyona geçildi. Eskiden yüzlerce insanın yaptığı işi artık 2-3 kişi yapıyor. Bu nedenle de alanlar bomboş. Kastettiğim, oraları sosyalleştirmek...

Önceki sosyal dalgaya dönersek; örneğin Türkiye, tahammüllerin azaldığı bir dönemden geçiyor şu sıra. Bu durum mimariye nasıl yansır? İnsanların kendine ait alan algısı, kamusal alan algısı nasıl değişir? Genel olarak sosyal değişimler mimariyi nasıl etkiler?

Tarihi açıdan düşünürsek bu gerilim, bu tahammülsüzlük hep vardı ve hep etkileyiciydi. Biz, bu yüzyılda yaşayanlar olarak aslında çok şanslıyız çünkü güvenliğimiz arttı. Eskiden kale ve surlarla çevrili kentlerde yaşarken artık açık alanlarda, meydanlarda yaşıyoruz. Serbestiz. Ama geleceği düşünürsek, insan sayısı artacak, kaynaklar azalacak ve daha küçük evlerde yaşamak zorunda kalacağız.

Eskiden kentler surlarla çevriliymiş ve yabancılar içeri giremezmiş. Şimdiyse serbest dolaşım var ve herkes her yerde. Bu daha güvensiz değil mi?

Buna katılmıyorum. Şimdi görünür surlar yok belki ama siyasi ve ekonomik ilişkilerin kurduğu küresel güvenlik duvarlarımız var. ETA Barcelona'da bindiğim metroya bomba koymuş olabilir ama... Böyle düşününce hiçbir şeyin garantisi yok. Ben, daha çok sosyal paylaşımın daha az sosyal çatışma getireceğine inanıyorum. Parklar, meydanlar, uyumlu yaşam alanları; daha dostça bir mimari medeniyete destek olabilir.

Bu uğraşı içinde aslalar var mı? İstanbul için, Barcelona için... Örneğin...

Değiştirmek iyidir bazen. İstanbul'u bilmiyorum ama Barcelona'dan örnek verebilirim. Birkaç gün önce belediyeyle bir toplantımız vardı ve bir binanın ön cephesiyle ilgili uzun tartışmalar yaptık. Çok eğitimli ve açık fikirli bir belediye görevlisiyle binanın pencerelerini tartıştık. O, pencereler kahverengi olmalı diyor. İddiası şu: Eski Barcelona'da/Eski Kent'te pencereler kahverengiye boyanırdı. Ama şimdi eski Barcelona'da yaşamıyoruz ki... Biz 2011'in Barcelona'sındayız. İstanbul'da da böyle tartışmalar oluyordur belki. Eski kentin geçmişte olduğu gibi işlevsel halde varlığını sürdürmesi mümkün değil bir kere. Bugün onu koruyabilmek ve canlı tutabilmek için güzel, estetik ve sessiz değişiklikler yapmak lazım. Şu önemli yalnız; gürültüsüz, bağırmayan değişiklikler...

Tek bir cümleyle iyi mimari nedir sizin için?

İnsanları eskiden olduklarından daha mutlu, daha iyi hissettirecek mimari iyi mimaridir. Tek bir cümleyle...


JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN KÜLTÜR / 29.10.11

Hiç yorum yok: