16 Temmuz 2012 Pazartesi

MASUMİYET MÜZESİ’NİN ÇEKİRDEĞİNE SEYAHAT


Orhan Pamuk mutluluk kelimesinin 264 defa geçtiği Masumiyet Müzesi isimli romanında anlattığı müzeyi sonunda açtı. Romanın kahramanı Kemal Basmacı artık gerçekten mutlu olmalı!


Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'un büyük hayallerinden biri, Masumiyet Müzesi, geçtiğimiz aylarda açıldı. Sadık okurların çok iyi bildiği gibi, burası Pamuk’un 2008 yılında yayımlanan Masumiyet Müzesi isimli romanında uzun uzadıya anlattığı müzenin ta kendisi. Çekirdeğini; roman kahramanı Kemal Basmacı’nın biricik aşkı ve uzaktan akrabası Füsun’un - Keskinler’in - evine yaptığı ziyaretler ve o ziyaretler sırasında topladığı eşyalardan alan müze, Çukurcuma Caddesi Dalgıç Çıkmazı No 2’de.

Romanın 83 bölümünü canlandıran 83 vitrinden oluşan müzede karşımıza çıkan ilk şey, Füsun'un içtiği ya da yarım bıraktığı 4 bin 213 sigara izmariti. Kemal izmaritleri 1976 ile 1984 yılları arasında ve bu ziyaretler sırasında tek tek toplamış. Son şey ise Kemal’in hayatını ve müzesini izlediği oda... Duvarda da romanın son cümlesi: “Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.” Ayrıca Pamuk’un notları, desenleri, düzeltmeleri, romanın ilk nüshaları ve hatta yayımlanmamış bölümleri… Ortadaysa 1950’lerden 2000’lere uzanan İstanbul gündelik hayatı… Vapur sesleri, martılar, sinema biletleri, telefonlar, jetonlar, mendiller, fotoğraflar, ince belli çay bardakları; kısacası akla gelen gelmeyen türlü çeşit ayrıntı.

ROMAN KAŞIK KAŞIK YAZILIYOR

Romanın ve müzenin fikri Orhan Pamuk’un aklına ilk defa 1982 yılında bir aile toplantısında, Osmanlı Padişahı V. Murat’ın küçük torunu Şehzade Ali Vâsıb Efendi ile tanıştığında düşmüş. Pamuk’la aynı masada oturan bu seksenlik adamın Osmanlı Devleti yıkılıp hanedan İstanbul’u terk etmeden önce Ihlamur Kasrı’nda yaşamış olması Pamuk’u çok etkilemiş. Şehzadenin bir müze rehberi gibi kasrı gezdirmesi hayali de ona cesaret ve belki de mutluluk vermiş. “insanın yaşamış olduğu bir hayatı yıllar sonra, bütün eşyalarıyla birlikte başkalarına anlatmasının heyecanını böyle hissettim. Bir roman ve müze olarak Masumiyet Müzesi’nin ilk çekirdeği budur!” diyen Pamuk’a bakılırsa olay, bir gün bir roman yazdım çok sevildi sonra müzesini yaptım, değil. Yazarın ilk düşüncesi, hayalî bir hikâyenin gerçek eşyalarını bir müzede sergilemek ve bu eşyalar üzerinden müze katalogu benzeri bir roman yazmak.

Bu konudaki ciddi adımlarsa, 90’ların ortalarında, Keskin ailesinin kullanmış olabileceği eşyaların toplanmaya başlamasıyla atılmış. Pamuk tarafından ve şöyle: “Böylece… Notlandırılmış bir katalog bahanesiyle, bütün hayatımı verdiğim roman sanatı ile bütün hayatımı veremediğim için hâlâ dertlendiğim resim sanatı arasında bir ilişki kurdum. Evet, müzeyi yapacaktım; roman da içindeki eşyaların tek tek hikâyesini ve müzenin yapılışını anlatacaktı. Hikâye, eşyaları aldıkça ilerliyordu ama romanı yazabilmem için Keskinler’in evinin nerede olduğuna karar vermem gerekiyordu. Ev daha sonra müzeye dönüşeceği için bu, müzenin nerede olacağına da karar vermek demekti.”

O büyük karar 99 sonunda verildi ve Pamuk, Cihangir’deki yazıhanesine 12 dakikalık yürüme mesafesinde olan 1897 tarihli eski ahşap binayı satın aldı. Koleksiyonun en büyük, en pahalı ve en görünen parçası artık karşısındaydı. “Müzeye ve romana birlikte başladım. Romandaki dünyayı kaşık kaşık, düğme düğme, fincan fincan kurarken roman bittiğinde müzenin de açılacağını zannediyordum.” diyen Pamuk, romanı 2008’de yayımladı. Vişne çürüğü Masumiyet Müzesi ise bugün yarın derken 4 yıl sonra, geçtiğimiz aylarda, ancak açıldı. Neden? Pamuk cevaplıyor: “Tembellikten ya da eşyaları toplayamamaktan değil. Onları belirli bir nizam ve ahenk içinde vitrin ve kutulara yerleştirme sırasında taşıdığım endişelerden. Nedir bunlar? İşte güzel olsun, havası olsun!”

PEKİ, BÜTÜN BUNLARIN ANLAMI…

Yıllarca eşya biriktirdikten, vitrin kutularını tek tek hayal edip çizdikten sonra 2011 yılının bahar ve yazını tamamıyla müzeye adayan Pamuk, “5-6 aylık o zaman diliminde yazmakta olduğum romana elimi sürmedim. Benim için müzenin maliyeti işte o vakittir.” diye sitem ediyor ve ekliyor: “Ama sonunda, bittiğinde, hayatımın en mutlu zamanını yaşadığımı da anladım. En büyük mutluluksa müzenin kitaptan bağımsız bir ruhu olması...” Her ne kadar… Müzede sergilenen eşyalar romanda anlatılan eşyalara denk düşse ve aslında kitap müzenin anayasası sayılsa da Pamuk’un da belirttiği gibi; kelime başka bir şey, eşya başka. Ve kitap okunsun okunmasın; içine dalınacak bir başka âlem var orada.

Peki ya… Her şeyin, tüm bunların anlamı? Pamuk’un en kestirme cevabı: “Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.” Biraz dolananı, “7 ile 22 yaşlarım arasında ressam olmayı her şeyden çok istemiştim. Sonunda, ruhumun derinliklerinde bekleyen o ölü ressama izin verdim. O da resmetmek ve görmekle ilgili çeşitli düzenlemeler yaptı. Ya da daha anlaşılırı, içime Binbir Gece Masalları’ndaki gibi bir cin girdi ve beni tuhaf bir müze yapmaya zorladı.”

Bu tuhaf müzenin en heyecan verici ayrıntılarından biri de hiç bitmeyecek olması; en azından Orhan Bey yaşadığı sürece. “Yarım kalan 16 vitrini tamamlayacak, müzemin sağına soluna sürekli bir şeyler ekleyecek ve daha neler neler yapacağım.” diyen Pamuk’a soruyoruz: “Neler, neler?” Cevap: “Bundan sonra kitaplarımda da müzemde de edebiyatla resmi/sanatı daha fazla yan yana getireceğim. Şimdilik bildiğim bu.”

****

EN AZ 40 DAKİKA

Aynı anda en fazla 70 kişiyi alabilen Masumiyet Müzesi’ni hakkıyla gezmek için en az 40 dakika ayırmak gerekiyor. Müzeye ‘Masumiyet Müzesi’ kitabıyla giderseniz, kitabın içindeki bileti kullanabilirsiniz. Diğer ayrıntılar için: www.masumiyetmuzesi.org

MALİYETİ NOBEL PARASINI GEÇTİ

Müze ne kadara mal oldu sorusuna, “Size tam olarak 12 lira 15 kuruş diyemem. Çünkü bunu bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Yalnız şu var: Kimseden destek almadan bir romancı olarak kazandığım paralarla yaptım müzeyi ve rakam, Nobel parasını çok çok geçti.”

 ZAMAN VE MEKÂN BİRLEŞTİ
Kemal, romanda zaman kavramını açıklarken “Hayatı Aristo’nun Zaman’ı gibi bir ince çizgi değil de tek tek eşyaların hatırlattığı yoğun anların her biri olarak düşünmeyi öğrenirsek, sevgilimizin sofrasında 8 yıl beklemek bize alay edilecek bir tuhaflık gibi değil, Füsun’ların sofrasında geçirilmiş 1593 mutlu akşam gibi görünür.” Müzede ise eşyalar anlara, eşyaları birleştiren çizgi de hikâyeye tekabül ediyor ve müze, zaman ve mekânı birleştirmek gibi çok büyük bir şeyi başarıyor.

JÜLİDE KARAHAN 

SKYLİFE / TEMMUZ 2012  

..

Hiç yorum yok: