28 Aralık 2011 Çarşamba

RESİM HEYKEL MÜZELERİNDEKİ İLHAM

Daha çok ilk gençlikte olur. Nasıl derler, böyle içinizden bir şey yükselir ve tam boğazınızda durur kalır. Çok şey yapmak ister ama nasıl yapacağınızı, nereden başlayacağınızı, dahası o şeyin ne olduğunu bilemezsiniz. Bu durumda; bir müzeye, Resim Heykel Müzeleri’nden birine, gidiniz. Tıpkı Orhan Pamuk ve Mehmet Turgut gibi...


Büyüdükten yıllar sonra bir akşam babasına sorar Orhan Pamuk, resme yetenekli olduğumu nasıl anladınız diye… Babası ona, yedi yaşındayken çizdiği bir resmi hatırlatır: “Bir ağaç resmi yaptın. Bir de dalına karga kondurdun. Annenle birbirimize baktık. Çünkü resimdeki karga dala, tam bir karga gibi konmuştu.” Babasında aldığı desteğin de etkisiyle ressam olma hayaliyle büyüyen Pamuk, ilk gençliğinde adı Farsça’da karagül anlamına gelen güzel modelini/sevgilisini okuldan alıp, okulun hemen karşısındaki dolmuş durağından beş dakikada gittikleri İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne gidermiş. O günleri, İstanbul Hatıralar ve Şehir’de şöyle anlatıyor: “Müzeye, okuldan dolmuşla çok çabuk gidilebilen ve resimlerle dolu bomboş odalarında öpüşülebilen bir yer olarak ayağımız çok alışmıştı. Üstelik bizi şehrin hüznünden ve gittikçe artan soğuğundan da koruyordu. … Oysa kısa sürede müzede daha sonraki neşesiz günlerimizde bile vazgeçemeyeceğimiz alışkanlıklar edinmiştik. … Bir zamanlar Dolmabahçe Sarayı’nın veliaht dairesi olan bu odalara yalnızca boş ve elverişli oldukları ya da İstanbul’un yorucu yoksulluğunun yanında Osmanlı’nın son devir ihtişamı için, yani yüksek tavanları, harika balkon demirleri ve çoğu yanlarındaki duvara asılı resimlerden çok daha güzel bir boğaz manzarasına bakan yüksek pencereleri için değil, sevdiğimiz bir resim için de geliyorduk. Bu, Halil Paşa’nın Yatan Kadın adlı tablosuydu. … Mavi bir sedire genç bir kadın, tıpkı bu resmi ilk görünce şaşıran benim hevesli modelim gibi ayakkabılarını çıkararak uzanmış ve ressama (kocasına?) kederle bakarken tıpkı sevgilimin sık sık yaptığı gibi bir elini başına yastık etmişti.”

Hepimiz biliyoruz. Ressam değil, mimar hiç değil; yazar oldu Orhan Pamuk. Ama Saf ve Düşünceli Romancı’da anlattığı gibi; kafasında, ruhunda olup bitenleri, tıpkı bir ressamın dağlar, ovalar, ormanlar, nehirler, kayalıklarla kaplı rengârenk, karmaşık ve hareketli bir manzarayı kesinlik ve açıklıkla resmetmesi gibi, anlatabilmek istedi. Çünkü ona göre, roman yazmak kelimelerle resim yapmak, roman okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimler canlandırmaktı.

Başka yıllarda ve başka bir şehirde ama benzer bir şekilde; dede mesleği fotoğrafçılığın üçüncü kuşak temsilcisi Mehmet Turgut da bir dönemini Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde geçirdi. Anadolujet Dergisi’nin Eylül sayısına verdiği röportajda anlattığı üzere: "İyi bir esnaf, iyi bir fotoğrafçı, doğru düzgün bir adam olduktan sonra; 30 yaşımdan sonra kopup geldim İstanbul'a. O zamana kadar Ankara'daydım. Yapacak çok fazla şey yoktur orada, o yüzden mecburen işinizi yaparsınız. … Elimden gelen tek şey fotoğraf çekmekti ama bundan hiç de memnun değildim. Benim için çok sıradan bir şeydi. Düşünün, babaannem bile fotoğraf çekerdi. Bir şeyler yapmak istiyor ama ne yapacağımı bilmiyordum. Her gün Ankara Resim Heykel Müzesi'ne gidiyor, sabahtan akşama kadar resim çalışıyordum. Neden yapıyordum bunu; belli değil. Hani ağlamadan önce boğazınıza bir şey düğümlenir, yutkunsanız da yok olmaz. İşte öyle bir hâl içindeydim. İçimde bir sürü duygu vardı ve onları nasıl atacağımı bilmiyordum. Bir gece, bir noktada, kendi kendime, istediğim resimleri neden fotoğrafla yapmıyorum ki dedim ve başladım."

Araştırsak, Türkiye'deki bir elin parmağınca resim heykel müzesinin kim bilir daha kimlerin boğazındaki düğümleri çözdüğüne şahit olacağız. Sadece 4 taneler; İstanbul, Ankara, İzmir ve Erzurum'da... Son ikisi epey mütevazı. İzmir’deki Konak’ta, içinde beş yüze yakın eser ya var ya yok. Erzurum’daki bir kültür merkezinin içinde ve sadece 61 resim sürekli teşhirde. 10 binden fazla eserin bulunduğu İstanbul'daki ise nicedir, 2006’dan beri restorasyon sebebiyle kapalı.

En iyi haber Ankara’dakinden. O, neredeyse 10 yıllık bir aranın ardından 13 Temmuz’da açıldı. Müzeyi gezen bir genç, yanındakine anlatıyordu geçenlerde: "Bu eserlerin orijinallerini ilk defa görüyorum. Hatta doğrusu, hayatımda ilk defa orijinal bir eser görüyorum." Koleksiyonunda 5000’e yakın eser bulunan müzede 750 parça teşhirde. Osman Hamdi Bey'den Abdülmecid Efendi'ye, Şeker Ahmet Paşa'dan Fikret Mualla'ya, Şevket Dağ'dan İbrahim Çallı'ya... Nasıl derler, böyle içinizden bir şey yükseliyor ve tam boğazınızda durakalıyorsa ziyaret etmenizde fayda var. İlham veriyor, bir şekilde...

***

İSTANBUL RESİM VE HEYKEL MÜZESİ

Atatürk, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi'ni Güzel Sanatlar Akademisi'ne (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) tahsis etti ve Türkiye'nin ilk Resim ve Heykel Müzesi 20 Eylül 1937'de açıldı. Şeker Ahmet Paşa, Giritli Hüseyin, Süleyman Seyyid, Hüseyin Zekai Paşa ve Osman Hamdi Bey’in tablolarını da içeren koleksiyonda; 10 binden fazla resim, 600’den fazla heykel var.

***

ANKARA RESİM VE HEYKEL MÜZESİ


Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından 1927 yılında inşa edilen müze binası, zamanında Atatürk’ün toplantılarının yanı sıra ilk opera, ilk tiyatro ve ilk sergiye ev sahipliği yapmış. Türk Ocakları Merkez Binası olarak projelendirilen yapı, Türk Ocakları’nın kapanmasından sonra Ankara Halkevi olarak hizmet vermiş ve 6 Nisan 1980’de Resim ve Heykel Müzesi olarak hizmete açılmış.

***

İZMİR RESİM VE HEYKEL MÜZESİ

İzmir Resim ve Heykel Müzesi, 9 Eylül 1952’de Kültürpark içinde bir galeri olarak açılmış. 1973 yılında, o zaman müdürlük görevini yürüten ressam Turgut Pura’nın çabalarıyla müzeye dönüşerek halen hizmet verdiği Konak’taki yeni binasına taşınmış.

***

ERZURUM RESİM VE HEYKEL MÜZESİ

Erzurum Resim Heykel Müzesi ve Galerisi Müdürlüğü, 1963 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki Halk Eğitim Merkezi binasının üst katında hizmete açılmış. 1976 yılında Kültür Bakanlığı’na devredilen müze, Erzurum Kültür Merkezi kompleksi içinde hizmet vermeyi sürdürüyor.


JÜLİDE KARAHAN

ANADOLUJET / ARALIK 2011

...

Hiç yorum yok: